Değişen iklimlerden dolayı eskisi gibi kar göremiyor olsak da, Şubat’ın bu günleri yeniden çocukluğumu hatırlattı. “Son Dakika” yapılan tatil haberleri ile başlayan sevinç, yanaklarımız yanana, dudaklarımız kuruyana kadar karın üzerinde oynamalarımız, akşam içilen sıcak çikolatalar, yorganların üzerine usulen örtülen battaniyeler, ödevlerin ve sınavların ertelenmesinin sevinci, ailenin tüm fertlerinin neredeyse aynı anda -mesai saatleri dahil- bir arada evde olması, yeniden çocukluğumuza götürdü hepimizi.
Karı severim, denizi sevdiğim gibi, sürekli yanında, yakınında olayım ama içinde olmayayım tarzı bir sevgi. Hep yağsın, seyredeyim. Sevmediğim ise, büyükşehirler özelindeki “kar pandemisi”. Kar yağdığı zaman dünyanın durması, herkesin eve hapsolması, marketlerin boşalması, mobilitenin yok olması. Dünyanın bir sürü yerinde insanlar 6 ay karın altında yaşamlarını kaliteli bir şekilde devam ettirebilirken, bizim ülkede, genelde ikinci gün açılabilen, “ana arter” haricindeki her yerin tamamen kapalı olmasını hiçbir zaman anlamadım, anlamayacağım, ama bu gerçeği de değiştirebilecek bir sistemin olduğuna inanmıyorum.
İstanbul’a kar yağarsa, pandemisi ile gelir.
İyi seyirler.