Burcu Özdemir – -
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
ANASAYFA
BURCU HAKKINDA
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
Burcu Özdemir – -

Atina Günlükleri | Temmuz 2025

30/06/2025 Pazartesi sabah bu sene Mart’ta verdiğim karara istinaden, 9 bavul, 2 çocuk ve 1 köpekcikle Atina’ya yerleştim.

Bilmeyenler için bilgilendirme: önemli bir karar vermeden önce uzun ve çok sessiz düşünür, karar verdiğim ‘an’ da ise kulaklarımı tamamen kapatarak sadece aksiyon planına odaklanırım. Son 15 senedir Türkiye’ye geçici görevle gelen yabancı yöneticilere ‘yeniden yerleştirme’ danışmanlığı yaptığım için, henüz ‘anne’ olmamışken ‘uzak bir ülkede’ yaşama deneyimim olduğu için, artılar, eksiler, genel olarak süreçler, zorluklar ve yalnızlıklar bildiğim yerden olduğu için, en çok da bilinmeyene hızlı adapte olabildiğim için, çok korkmadım. Ancak 12 yaş altı 2 çocukla tek ebeveyn olarak büyük bir risk aldığımı da, sorumluluğumun mevcutun çok üstünde olduğunu da kabul ederek hazırlandım.

Büyük değişimlere önce karar vermek, sonra aldığın karara, her tereddüt ettiğin anda yeniden sarılıp sahip çıkmak, kararın öngörülebilir tüm artılarına, eksilerine en baştan hazır olmak, öngöremediklerini kucaklamak, en büyük hazırlık. Cesur olmak bir de. Her şart ve koşul altında çözüm üretebileceğine inanmak, kendine güvenmek, içinden bir şekilde çıkacağını bilmek -kritik.

Peki 50 yaşa 6 ay kala neden toprak değiştirir insan?

Deli olmak haricinde, bu sorunun cevabı ve motivasyonu herkes için farklı. Benimki, Türkiye’nin ve İstanbul’un en güzel zamanlarını yaşamış, en tercih edilen zamanına eşlik etmiş, sebzenin, meyvenin, etin, sütün, insanın kalitelisine ulaşılabilir zamanını dibine kadar yaşayabilmiş, eğitimin öğretici halinden yararlanmış, bugün dünyada ana vatanım sayesinde yer edinmeyi becerebilmiş, buna rağmen bildiğimiz, alıştığımız, sevdiğimiz, aktarmak istediğimiz temel değerlerin çok hızlı yok olmasına şahitlik etmiş, ibremin yavaş yavaş aşağıya dönmeye başlayacağı anlara, sadece ‘uzaktan bakarak’ üzülmeye karar vermek olabilir. Ve tabii bir de 2 kızımın, kendi kararlarını verecek kadar özgür, kendi tercih ve hayallerini uluslararası platformlarda şekillendirebilecek kadar cesur, ceplerinde ‘yabancı bir ülkede yaşama’ deneyimi verisi ile global insanlar halinde gelmesini eklemek gerekir.

Peki neden Atina?

Çünkü İstanbul’dan uçuş suresi 1 saat 1 dk. Günde en az 5-6 sefer var, karayolu ile yaklaşık 10 saat. İlk kriterimi karşılıyor: hızlı ulaşılabilir. Kültürü ve insanı bizimkine yakın, aynı değil, yakın. Mutfak benzer. Aniden gelen dolma krizine çözüm bulabileceğiniz, bavullar içinde beyaz peynir taşınmasına gerek kalmayacak bir lokasyon. Avrupa’nın geri kalanındaki gibi daha kaldırımdan ayağını attığında duran bir ahali yok, dikkat etmen gerek seni yaya geçidinde ezip geçmemeleri için, ama korna çok daha az, az ama sadece, asla tamamen yok değil, sabır süreleri bizimkilerden biraz daha fazla. Sokak dövüşlerine henüz şahitlik etmedik.

Devlet okulları fiziksel olarak bizimkilerle benzer durumda. Eğitim içerikleri hakkında henüz detay bilgim yok, ama özel okulların imkânları, hemen hemen dünyanın her yerindeki gibi, çok daha iyi. Ücretler, Türkiye’nin bir çok büyük şehrinde yapılan zamlı rakamlarla karşılaştırıldığında, özellikle de yemek gibi ‘mecburi’ kalemler olmayınca, (maalesef) 1/2’ye yakın ucuz. Ve bütün bunlar ’47 kura rağmen’. Üstelik de dil öğretmenleri postacı değil de, gerçek öğretmen. Okulların çoğunda cep telefonu yasak. Ödevler eski usul yapılıyor, kâğıt-kalem-kitap var. Ailelere ipad aldırma zorunluluğu yok. Tabii ki teknolojiden uzak yetişmiyorlar ancak buna erişim her çocuğun okul tarafından temin edilmiş ve sadece okulda kullanmak üzere organize edilmiş bilgisayarları ile yapılıyor. Benimkilerin okulu formalı, eşitsizliği örten, sevdiğim eski usul.

Kiralar İstanbul’un iyi semtlerine göre nispeten uygun veya paralel. Site konseptine henüz bizimki gibi bir geçiş yapmamışlar. Elektronik damlalarla açılan çelik kapılar ile sınırlı ‘güvenlik’ konsepti. Öyle sabah gazete-ekmek getiren apartman görevlisi filan olmadığı gibi en az bir kira parası olan aidatlar da henüz yok. Kimsenin görmediği zamanlarda apartmanın silindiğini kaldırılan paspaslardan anladığın bir sistem var.

Atina uzun zamandır büyük bir dönüşüm içinde. Oldukça eski bir şehir olduğu için gayrimenkul yatırımları önemli bir kapı. Daireler algımıza ve büyüklüklerimize göre küçük. Zaten her şey daha minimal, daha gösterişsiz, daha sade. Mesela çoğunluğun arabası var ama şekil için değil ulaşım için kullanılıyor. Yollar ve ara sokaklar oldukça dar olduğu için daha küçük, basit, ihtiyaca uygun modeller tercih edilmiş. Dairelerin satışlarında otoparklar ve depolar çoğunlukla ayrı satıldığı için, büyük pazarlık malzemesi.

İş hayatının işleyişine lokal tarafta önemli bir yorum yapabilecek bilgiye henüz sahip değilim çünkü halen ağırlıklı uluslararası kontaklarımla çalışıyorum ama anladım ki “tanıdıkla iş yapma” kültürü suyun bu tarafında da önemli bir güven göstergesi. Biriyle çalışmak için, bir hizmet almak için, bir destek istemek için önemli bir gösterge. Geç akşam mesaileri yok. Aile hep öncelikli, sosyal bağlar oldukça güçlü. Anlara, dostlarla dolu sofralara, dansa, müziğe, denize odaklılar. Ön planda önce yaşamak var. Hemen hemen her konuda bizden çok daha yavaşlar, esnek değiller, kendilerini öldürmek veya bir işi bitirmek için özel bir çaba sarf etmiyorlar. Pratik zekâlarını çalıştırmaları gereken gündemlere maruz kalmadıkları için, her şey ‘olur’, ‘olmaz’ veya ‘çok zor’larla sınırlanıyor.

‘Misafirperverlik’ her şeyin temeli. Bugün bizim özellikle büyükşehirlerde neredeyse tamamen unuttuğumuz yakınlıkları, sanki geçmişe gitmiş gibi yaşamak hem çok keyifli hem de çok üzücü. Anlasa da anlamasa da sana yardımcı olmaya çalışan insanlar doluyor etrafına bir ihtiyacın olunca. Mutlaka arada kazık atmaya çalışanlar da oluyor, şimdiye kadar denk geldiklerim daha çok göçmenler.

Nüfus yaşlı ve yalnız. Sokaklarda, marketlerde, arabalarda çok ama çok yaşlı insanlar var. Banka kuyruklarında da. Yardım istemiyorlar ama siz ‘yaşlıya uygun bir nezaket’ gösterdiğiniz zaman, kalpten minnettar olduklarını ıslanan göz bebeklerinden görüyorsunuz.

Balkon var hayatımızda. Büyük büyük, hortumla yıkanması gereken. Bizi eve yerleştiren çocuğa, ‘nalburdan kestirip getirmek gerek’ dediğimde yüzündeki mavi ekrana rağmen, bildikleri, sevdikleri, kullandıkları, yaygın bir kültür.

“Ege’ye yerleşmek istiyorum” dediğim zamanlarda aklıma hiç gelmemişken, hatta ziyaret ettiğim zamanlarda pek de beğenmemişken, yeni ‘en mutlu yerim’ olabileceği kanaatim sarsılmadı Atina’yla ilgili. Babamdan aldığımı düşündüğüm öngörüme göre de, 7 sene sonra bir başka Atina’dan bahsediyor olmamız çok olası. Ülkemizi halen bir arada tutan bir çok değere Avrupa’nın medeni bir takım kuralları da eklendiğinde -yaşıyorsun- fazlasını beklemene gerek kalmıyor.

Sık sık arkadaş sohbetlerinde de söylediğim gibi, bu proseslerde ilk 6 ay çok zordur, ilk 1 sene zor, ancak 2. senenin sonunda ‘devam mı tamam mı’ diye yatırabilirsin masaya, ondan öncesi iyisiyle kötüsüyle yanılsamadır, şahitliğim bu yönde. Andaki gönlüm devamdan yana olsa da, tecrübelerimize göre şekilleneceğimiz bir başlangıçtayız.

Peki hiç kırılmıyor muyum?

Belki de tanıdığım herkesten daha fazla kırılıyorum. Ve daha sık. Sadece öğretilerim her şart ve koşul altında ‘dik durmak’la yontulduğu için, duruyor ve yutkunuyorum. Tam ve bütün olarak kalabilmek için çok caba sarf ediyorum.

Tabii ki yeni bir evde ilk gece tam huzur içinde yatmadım. Alışık olmadığım için, bilmediğim için, en çok da kendimden başka sorumluluklarım olduğu için. Çekiniyorum, tabii ki çekiniyorum. Konfor alanımın en yüksek olduğu yıllarda, suyu nereden alacağımızı araştırmak en heyecanlı konu değil, ama başka bir amaca hizmet eden bir yenilik.

Çocuklara gelmeden dedim ki, ‘eğer kurutma makinesinin borusunu çamaşır makinesi ile aynı gidere bağlatmayı becerebilirsek önemli bir eşiği geçmiş oluruz’, henüz geçemedik, ama inancımız var. Kulak çubuğunu bile ‘ertesi gün teslimat’ ile Amazon’dan alabilirken, marketten alışveriş yapmayı, kollarımız kopana kadar taşımayı eğlenceli hale getirmek değil miydi amaç?

Bir kaç gün önce buradaki en önemli üniversitelerden birine dil öğrenmek için başvuru yaptım, süreç beni aniden 27 sene önceye götürdü. Diploma bulmam gerekiyordu öncelikle (hani öyle LinkedIN’lere filan yazdığını kabul etmiyorlar), ‘referans mektubu’ almam, ‘yeteri kadar’ İngilizce bildiğimi kanıtlamam lazım geldi. Yani kendimi yeniden tanımam ve tanıtmam gerekti. Tam bu noktalar, bu süreçlere nasıl baktığınızla ilgili, heyecanlandın mı, bayıldın mı? İkisinin arasındaki fark taşıyacağın duyguyu tarifliyor çünkü.

Çocuklarımın (şükür) kuvvetli özelliklerinden biri ‘adaptasyon’. Öyle doğmadılar ama öyle yetiştirildiler, biraz da hikayeleri şekillendirdi. Bu önemli bir konu. Sadece kendinizi değil varsa eşinizi, partnerinizi, çocuğunuzu tanımanız önemli. Biz zaten küçük bir aileyiz. Şimdi babaları, anneanneleri, teyzeleri, kuzenleri ve arkadaşları yanlarında değil. Bu yadsınmaz, inkar edilemez bir eksik, hepimiz için, ancak dolu taraftan bakmayı becerdiğiniz ve becerttiğinizde, yerine konulmaz bir deneyim.

Peki bu bulaşık makinesi fotoğrafı neden burada?

Çünkü bu benim 49+ senelik yaşamımda gördüğüm en küçük bulaşık makinesi. Yaşayarak görüyor ve öğreniyorum ki, günde bazen 2 sefer çalıştırmak zorunda olsak da, her şey yıkanıyor. Hepimiz konfor alanlarımızdan çıkmaya çok zorlanıyoruz, dolayısı ile bu makinayi ilk defa yerleştirirken bunu yüksek sesle bir kez daha söylemek istedim:

O yola çıkın. Yapmak ve yaşamak istedikleriniz, deneyimlemek istedikleriniz için gözünüzü karartın. Bunların içinde her zaman mutluluk yok. Büyük hayal kırıklıkları, üzüntüler, ağır yalnızlıklar, hatta pişmanlıklar da olabilir sonuçlar içinde.

Yine de evlerinizden, korunaklı alanlarınızdan, sevmediğiniz işlerinizden ayrılın, bırakamadıklarınızı bırakın, yüklerinizden arının, yeniden başlayın. Yorgun, bıkkın, ‘boşvermişlik’ hislerini üzerinizden atın. Vazgeçin. “Simdi zamanı mı” veya “geç kaldık mı” demeyin. ‘O his’ o kalbe zaten bir kez girdi mi, iter sizi, yeter ki siz kapılarınızı açın.

Ertelemeyin.

Bana sorunuz olursa, yerim yurdum -şimdilik- belli.

Ağustos’ta görüşmek üzere.

July 19, 2025
Written by: Burcu Özdemir

Kar Pandemisi

Değişen iklimlerden dolayı eskisi gibi kar göremiyor olsak da, Şubat’ın bu günleri yeniden çocukluğumu hatırlattı. “Son Dakika” yapılan tatil haberleri ile başlayan sevinç, yanaklarımız yanana, dudaklarımız kuruyana kadar karın üzerinde oynamalarımız, akşam içilen sıcak çikolatalar, yorganların üzerine usulen örtülen battaniyeler, ödevlerin ve sınavların ertelenmesinin sevinci, ailenin tüm fertlerinin neredeyse aynı anda -mesai saatleri dahil- bir arada evde olması, yeniden çocukluğumuza götürdü hepimizi.

Karı severim, denizi sevdiğim gibi, sürekli yanında, yakınında olayım ama içinde olmayayım tarzı bir sevgi. Hep yağsın, seyredeyim. Sevmediğim ise, büyükşehirler özelindeki “kar pandemisi”. Kar yağdığı zaman dünyanın durması, herkesin eve hapsolması, marketlerin boşalması, mobilitenin yok olması. Dünyanın bir sürü yerinde insanlar 6 ay karın altında yaşamlarını kaliteli bir şekilde devam ettirebilirken, bizim ülkede, genelde ikinci gün açılabilen, “ana arter” haricindeki her yerin tamamen kapalı olmasını hiçbir zaman anlamadım, anlamayacağım, ama bu gerçeği de değiştirebilecek bir sistemin olduğuna inanmıyorum.

İstanbul’a kar yağarsa, pandemisi ile gelir.
İyi seyirler.

February 23, 2025
Written by: Burcu Özdemir

A.Ş.K. ❤️

aŞk bir mevsim olsaydı sizce hangisi olurdu?

bence sonbahar…

yağmurlara, yıldırımlara direnmiş, ayazlara karşı dikliğini kaybetmemiş, en canlı renklere, mis kokulu çiçeklere düşmeden devam etmiş, kavurucu sıcaklıklarda erimemiş, en ‘kendine özel’ mevsim değil mi sonbahar?

her duygudan, her havadan ‘bir-az’ taşıyabildiği için mi bu kadar özel geliyor bana?

yoksa bir sonbahar sabahı doğduğum için kayırıyor muyum, emin değilim…

 

emin olduğum, biz ruhu genç ve umut dolular için, hep var aŞk ❤️

O bizi bulmasa da bizim onu bulma niyetimizden hiç sapmadığımız,

O her yapmadığını yaptıran duygunun pesinden koşmaya devam edeceğimiz,

O bulduğumuzda çocuklarımızdan çocuk olacağımız,

O kendimizi koruyamadan aniden çözüldüğümüz, darmadağın olacağımız,

O susmalar içinde yüreğimizden bangır bangır bağırdığımız,

O ‘her şeyi’ bildiğimiz yaşlarda içimizin yeniden karışmasını durduramadığımız,

hissin her daim takipçisiyiz…

 

her şey aŞk değil mi zaten?

 

ey savaş meydanlardaki her kavgayı kazanmış o donamlı savaşçılar,

aŞk karşısında kendiniz çıplak, savunmasız, korkak, zayıf hissediyorsanız,

bilin ki, yalnız değilsiniz..

sesi hiç çıkmayanlar, duranlar, kaçanlar, gidenler, kalanlar, derdi olanlar,

hepsi biz’iz…

 

hiçbir şeyin tesadüf olmadığı bu çok uzun ve çok kısa perdede,

merkezde, dengede, denginde olmak için çok caba sarf ettiğimiz sahnelerde,

modası gelmiş geçmiş tüm eski kalıplar içinde,

her adımda şifalanma niyetiyle,

aŞk’ta ol, aŞk’ta kal…

geçmişine, gölgelerine, iç seslerine, izlerine, zihnine, alan korumana rağmen,

aŞk’ta ol, aŞk’ta kal ❤️

 

daha iyi versiyonlarımızla devam edebilmek için,

daha geç kalmamak için,

her şeyi kalpten sevebilmek için,

bize sen lazımsın ❤️

February 11, 2024
Written by: Burcu Özdemir

yaralı şifacı ❤️

hiç yaralı şifacınız oldu mu? benim oldu

korkularından merhem yapabilen bir güçle tanıştınız mi? ben tanıştım

kafası çok ve farklı çalıştığı için kalabalıkta hep yalnız birini bildiniz mi? ben bildim

dünyaya uyumlanmak için uyumlandırmaya niyet etmiş birinin yanında yürüdünüz mü? ben yürüdüm

sadece sevdiklerinin dertlerini dert eden bir ruha şahitlik ettiniz mi? ben ettim

hani sadece karnının içindeki ses ile bağdaşabildiğiniz, konuşmadan da anlaşabildiğiniz, hayatla birlikte dalga geçip trajedilere gülebileceğiniz bir insan oldu mu hayatınızda? benim var

sertliğinin ve netliğinin altındaki yumuşak karnı sadece çok yakına koyduklarının görebildiği birine sırtınızı dayadınız mi? ben dayadım

farklı frekansların sebepsiz ortak platformda buluşmasına şahit oldunuz mu? ben oldum

uzaktan bile olsa, kalbinin ısındığına sonsuz koruma, kollama yapan birisinin kanatları altında hiç durdunuz mu? ben durdum

 

ve işte tam da bu nedenlerle, yeniden başlayabiliyorum

bir kez daha aynı hızla düşmeme izin verilmemesinin lüksünü taşıyorum

ruhumun ve kalbimin şifalanarak yeniden aydınlanmasına kucak açıyorum

yeniden seviyorum

üzerimdeki kayaları uçurumlardan aşağı itiyorum

en iyi versiyonuma gelebilmek için hazırlanıyorum

 

çok şükür, bin şükür

şifa ol, şifa olsun, şifa olalım ❤️

BRC’48, İstanbul, 16.12.2023

December 16, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 21072022

78 sene yaşa, 50+ sene mesleğini icra et, bir sürü insanın & şirketin hayatına dokunup fark yarat, bir başka boyuta intikal ettiğinin 52. gününde senden ‘hatıra’ diye ancak 1 karton kutuya sığ
– çok zalimsin hayat …

babam

January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 09072022

babam

“exitus”
her nefesin önemli olduğu yaşamın artık devam etmediğini bildiren bir kelime
dolu dolu hayatları tarif etmeyen sıradan, sığ bir tarif
hikayeleri fazlaca basite indirgeyen acımasız bir gerçek
babamın 34 sayfalık raporunun sonundaki tek söz
– dokundu bana
ölenlerin devam edenlerin yaşamlarından olağanüstü hızlı çıkarılmaları gibi
sanki döngünün pek acelesi varmış gibi
koştur koştur ‘bir yokmuş’ versiyona taşınması gibi – acıttı
hep derim biz şanslı azınlığız; çocuk olarak, birey olarak, yetişkin olarak, aile olarak, dost olarak
çok biriktirdik, çok paylaştık, çok yakındık, hep kalabalıktık
bu gibi bayram sabahları öyle bir hengame içinde başlar öyle tatlı bir yorgunluk içinde tamamlanırdı ki, kurulu sofraları, sürekli yapılacak yeni işlerin telaşını, bayram harçlıkları ile alınabileceklerin hesabını, eğlenmeyi, araç bagajlarında oturabilmenin ayrıcalığını, koşulsuz sevgileri, hesapsızlığı, zaman içinde kaybedilenlerin ne kadar büyük olduğunu
– ancak büyüdükçe anladık
ve bugün içinde fiziken olmadığın ilk bayramın 1. gününde, aramızda bedenen olmadığın 40. yirmi dört saatin içindeyiz
bu sabah seni sessizlik içinde ziyaret ettik 4 kişi, yolda hiçbirimiz konuşmadık
torunun hepimiz adına ‘merhaba dede’ dedi
diğeri her duyduğumda sadece seni düşündüğüm o şarkıyı incecik sesiyle kısık kısık söyledi
seni görmeye gittiğimizi söylediğimizde aldığımız kadar çiçeği ‘bu da babaya benden olsun’ diye kollarımızı dolduran çiçekçinin güllerini içimizden ‘iyi bayramlar’ diyerek bıraktık toprağına
“bizim gibi şanslı çocukların ‘yas’ı kutlamaya çevirmesi gerek” demişti, babası seninle aynı gün aramızdan ayrılan çok sevdiğim bir arkadaşım
– çok haklı
madem biz iyi olan versiyonun ne olduğunu biliyoruz; madem yaşarken yaşamanın ve yaşatmanın nasıl hissettirdiğini anlatabiliriz
o zaman anılarla, anmalarla, bazen ağlamalarla, kahkahalarla, en çok da şükürle, ruhumuza, aklımıza, düşüncelerimize, hayallerimize yerleşmiş, sırlarımıza, henüz yaşamadıklarımıza yol gösterecek olanlarla yeniden doğmak gerek yol göstermek için yolu takip etmek, karanlığı aydınlık tutmak gerek
– tam isteyeceğin gibi
verilmiş vakti iyi kullanabilmiş olmanın huzuru içinde,
özleminin her hücreme yayıldığının farkındalığında,
aklımda ve kalbimde nefesim yettiği sürece seni canlı tutacağımın bilincinde,
bayramın kutlu olsun
eşsiz ışığın her daim üzerimizde, içten gülümsemen gözümüzün önünde olsun Babo’m ❤️
hani sadece başına gelince tam anladıkların var ya, henüz anlamayanlara, anlamasına rağmen bir sebeple duranlara, durmak zorunda olanlara da diyeceğim var;
hazır halen ne kadar olduğu belli olmayan vakit varken, biriktirin, sevdiğiniz ne varsa hemen koşun yanına, koşabildiğinizce, sarılın, çok ama ve defalarca, yatın kucağına, tutun elini, hep ‘o son gün’müş gibi, sonrası yokmuş gibi; mecburiyetlere, sorumluluklara, rutinlere, imkansızlıklara, ertelemelere, geçiştirmelere, korkmalara, seçmek isteyip de seçememelere, yüklere, yorgunluklara rağmen, kaçırmayın, bayramları, kutlamaları, kavgaları, hatta anlaşmamaları – kaçmayın
sonrası hep ayaz çünkü…
BRC’46
İstanbul, 09.07.2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 19062022

babam

kutlamalar
dönümler
dönemeçler
devamlar
yürümeler
hatta koşmalar
bir anda kalmalar
kaldığın yerden devamlar
–ZOR–
sağlam sinir sistemi lazım –çok ama-ÇOK–
‘rahmetli’ kelimesinin ağzımdan henüz hiç çık-a-madığı ilk -Babasız Babalar Günü- bugün
yaşamın ilk 40’ı gibi değil ama, yalnızlığın ilk dördünü gibi…
durmayan döngü içinde sensiz 21. gün…
çarpışmalarda, kırılmalarda, savaşlarda, kaybetmelerde yıkılmamak için süper güç ya soğukkanlılık ve uzun sessizlikler
bazen öyle bir noktaya geliyor(muş) ki, buz bile eriyor, sen kalıyorsun
öyle ama; tam olması gibi, tam olduğu yerde, tam hizada
hissetmeyi kaybettiğin yerde bulursan
daha tam açık değil algılamam
daha ağlamayı kesemediğim olmadı, hatta sanki sadece içimden ağlıyorum
daha şişelerde kaybolmadım
torunlarının hatırına galiba, duruyorum
ne zamana kısmet, bakalım, bekliyorum…
tek hissedebildiğim –sen gittin ve ben çok yalnız kaldım–
sevmezdim pek ama doya doya öpemediğim için çok kızgınım
sarılamadığım için yastayım
son yolculuğuna eşlik edenlerin maske ve plastik eldiven olmasına arızayım
ilahi adalet anlayışım bir kez daha çok derinden sarsıldığı için bozuğum
öfkem burnumdayken kalbimi bulamadığım için kayıplardayım
her zamanki kadar geçimsiz, halen bildiğin huysuzluklardayım
henüz avunamıyorum
kurda kuşa yem olmayız bilirsin, şükür ki sayende, donanımlıyız
ama bu büyük ‘veda’yı kabul etmedik, içselleştirmedik, henüz uyanamadık
sen yoksun –ve pusulamı kaybetmemek için halen gücünü kullanıyorum–
sen gibi insanların, ‘baba gibi’, ‘dağ gibi’ babaların, sormadan sarılanların, anlaşmadan sahiplenenlerin, sevdikleri için mücadelen vazgeçmeyenlerin, kaybolmamış vicdanların,
her an’ı kutlansın, unutulmasın, atlanmasın, es geçilmesin…
‘belki de huzur buldu’ cümlesi bana uyamadı, o yüzden de
YOKLUĞUNUN ALTINDA EZİLMEMEK İÇİN OLMADIĞIN TARAFA BAKMIYORUM…
Babalar Günün kutlu olsun, iyi ki bizim babamızsın, iyi ki vardın, iyi ki varsın, daha uzun lazımdın
Seni Seviyorum ❤️❤️❤️
BRC’46
İstanbul, 19 Haziran 2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 05062022

babam

‘yedisi’ oldu bile… bir yeni doğanın büyümesi, bir de gidenin sürati yaşanmadan hakikaten de anlaşılmıyor… dua esnasında ‘rıhtımda kalanlar’ dedi hoca, takıldım bu cümleye, gerçekten de 67 gün rıhtımda bekledik, rasyonelliğe rağmen bir mucize olur belki diye, şimdi de ‘kaldık’, olduğu gibi, olması gerektiği gibi…

– içimiz kıyamet, dışımız sebat…

BRC’46

İstanbul, 05 Haziran 2022

January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 03062022

babam

BABAM ’ın yasını ancak onu yazarak tutabilirim.
Hislerimi kelimelere dökebilecek miyim, emin değilim, ama birbirine hiç benzemez o kadar insanı uğurlamak için bir araya getirebildiği bir benliği anlatmadan geçemeyeceğim.
Ertan Özdemir’in kızı olmayı anlatmadan önce, O’nu anlatmak lazım.
Dokunduğu her hayat, baktığı her göz onda muhtemelen farklı bir ışık yakalamıştır ama temel değerlerini atlamayayım: büyük bir vizyoner, nadir bir beyin, olağanüstü detaycı, her daim mükemmeliyetçi, samimi ama hep sınırlı, çok -ama çok- çalışkan, kendini her gün geliştiren, sürekli okuyan, değerlendiren, dillendiren, anlatan, öğreten, yönlendiren, bildiklerini paylaşmaktan çekinmeyen gerçek bir ışık işçisi.
Ertan Özdemir’in bize ‘baba’ olarak verilmesi ise büyük şans; hayatta çok az insana nasip olabilecek bir ayrıcalık.
Bilen bilir, biz ‘baba-kız’ olabilmeyi iyisi ile kötüsü ile yaşarken becerebilmiş nadir örneklerdeniz. Anlaşmanın da anlaşmamanın da hakkı verilmiş, mücadele içindeyken anlamaya çalışılmış, anlaşılamayan zamanları kabulle geçirmeyi öğrenmiş, her zaman tarifsiz büyüklükteki bir sevginin kazandığı platformda buluşabilmiş-ikiliyiz.
Ertan Özdemir’in kızı olmak, bir güç, bir duruş, bir tavır, bir akıl, bir etik, bir tercihtir.
Her daim güvende tutmanın ve kalmanın koşulsuz tarifidir. Her alandaki zeka oyunlarında ters köşede yakalanıp teslim olabilmenin, iknanın büyüsüdür. Farklı tecrübelerin yazarı olmaktır. İçtenliğin, samimiyetin, vefanın, dostluğun ustası olmaktır.
Mizaç ve ruh olarak kendimi en çok benzettiğim ve ayrıştırdığım çok özel bir insanın kızı olmak kolay değil; binlerce kez şükür ki hatıralarımız birikmiş.
Yalnızlık kelimesini hiç bilmemişim meğer, ilk defa sensizliğin tam ortasında kaldım.
Her ne kadar seni her gün içimde ve kalbimde yaşatacak olsam da, en saçma konuları gülerek veya ağlayarak anlatmak için aradığımda telefonunun bir daha açılmayacağını bilmek, en zor anlarda kollarının arasına sığınamayacak olmak, herhangi bir kötü günün sonunda çok net, hatta bazen sert, ‘sabah olsun çözeriz’ diyecek o tok sesi duyamayacak olmak, güçsüzlüklerimi çırılçıplak ve utanmadan teslim ettiğim tek insanın elimi tutmak için yanımda duramayacağını bilmek, her türlü abuk sabuk fikrimi makul karşılayan tek kişinin yanımda olamayacağını bilmek, durdurulamaz ve durulmaz bir kopyanın –alışmayacakları– geri kalan beni zaten ne korkutabilir, ne yıkabilir.
Belli etmesem de, canım yandı çok, derinden, yüreğimden yara aldım gidişinle, ilk defa yoruldum, boğazım düğüm, hatta inanmazsın, bu gece hüngür hüngür ağlıyorum, özlemin başlamadı bile…
Ateş gerçekten sadece düştüğü yeri cayır cayır yakıyormuş; yediverenlerle birlikte yastayız.
Daha önce de söylediğim gibi;
senin gibi babalar ölmez, yer değiştirir, şekil değiştirir, boyut değiştirir ama gitmez
senin gibi üstadlar kolay yetişmez, hikayelerin kulaklardan, anılardan, hafızalardan silinmez
öğrettiklerin bitmez, tecrübelerin yenilmez, yolundan dönülmez…
Evet parçalandık, evet kırıldık, evet gözlerimiz yaşlı, evet kaydın gittin ellerimizden, evet bir sabah uyandık sensizliğe, evet artık bir eksiğiz ama yokluğun öğrettiğin üzere yokluğumuz değil
– iyi ki vardın!
ama bu hikayeyi sen anlatmayaydın iyiydi koca çınar…
Geri kalanımı emanetlerine adıyorum; Annem, Beliz ve çocuklar ben de, sen hiç merak etme; etmeyeceğini biliyorum.
Adaletini sorgulamaktan imtina ettiğimiz bu dünyadan bir Ertan Özdemir de geçti, gitti.
Tekrar kavuşana dek kokun burnumda Babo’m.
Gittiğin yerde huzur içinde ol, fazlası ile hak ettin, Seni Seviyorum
BRC’46
İstanbul, 03 Haziran 2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Influencer

#MarieClaire México dergisinin Mayıs (2000) ayındaki kapak resmi uzun yıllardır tahammül geliştiremediğim bir kelime hakkında yazmama neden oldu: #Influencer

Bizim zamanımızda herhangi bir konuda “#fenomen” olabilmek önce bir görüşün, sonra onunla ilgili herkesten fazla bilgin olması gerekirdi ki liderliğini yapabilesin…

Instagram kullanıcılarının yaş grubunda hatırlayan olur mu bilemiyorum ama bundan 35-40 sene önce siyah beyaz televizyonlarda ürün satışı için reklamlar gösterilirdi… birtakım pazarlamacılar ellerindeki ürünleri TV başındakilere satmaya çalışırdı… tabii ki aslında sadece azınlığa hitap eden bu uygulamaydı; ona dahil olabilmen için de iki önemli kritere sahip olman  gerekiyordu; (1) evinde televizyonunun olması (2) TV’de gördüğünü alabilecek paran olması…

Özetle bugün –#Influencer olarak lanse edilmiş veya kendini #Influencer sayan– insanlar aynı uygulamanın farklı bir uzantısı sadece; ellerinde daha donanımlı teknolojilerle #alışverişçılgınlığı ve bolca #tüketim tetikliyorlar…

#Influencer kelimesinin anlamına bakmamış olanlar sosyal medyada kimleri nasıl etkiliyor? Başka ülkelerdekini bilmem ama bizim #Influencer ‘ların etkilemeyi başardığı kesimleri incelemek gerek… Biraz eğitimli biraz düşünen bir insan hiç sormaz mi, ‘sen neyi başardın da benim de benzer bir başarı elde etmem için yönlendirme yapıyorsun’? Başlarına gelen talihsizlikleri temcit pilavı gibi insanların önüne koyup duyguları sömürmek yerine, yaşadıklarının içinden nasıl geçip bir galibiyet hikayesi yarattığını neden anlatamıyorsun? çünkü yok… Maalesef bizim genler dedikodu, enerjisi düşük ‘bahtı kara’ ve çilekeş hikayeler ile beslendiği için, ancak böyle “şöhret” olabiliyorsun değil mi Andy Warhol? ünlü olmaktan çok ünlü hissetmek daha da önemliymiş değil mi?

Alım gücümüzün olmadığı telefonları kullandığımız, taksitle ödediğimiz tatillerimiz, kredi ile finanse ettiğimiz arabalarımız, eskimeden yenisi ile değiştirdiğimiz kıyafetlerimiz gerçekten ihtiyacımız mı, yoksa aracılık yapan #Influencer ‘lar ile farkında olarak veya olmayarak bizlere pompalanan anlamsız bir imaj ve prestij arayışı mı? Bu konuyu yeniden içselleştirerek düşünmemiz ve gerçekten bilinçli kullanıcı olmamız gerekmez mi hepimizin?

Bilinen bütün tehlikelere rağmen hastanelerde çalışanlar, ihtiyacın olan olmayan her nesneyi sana taşıyanlar, her gün çöpünü alıp hayatını temiz tutmaya çalışanlar, güvenlik kaygın olmasın diye 24 saat mesai yapanlar, sen korkarak 10 günde bir giderken günde 8 saat markette kasa başında oturanlar, ekmeğin bitmesin diye sabah 3’de iş başı yapanlar mı; yoksa renkli taytlar içinde snapchat uygulamaları ile sana ihtiyacın olmayan bir başka ürünü daha aldırabilenler, içinde bir bilgi kırıntısı olmayan konularda “canlı yayın” yaparak hiçbir şey anlatmayanlar mı senin gerçeğin? işinin hakkını vererek, emekle yapanlar için tabii ki sözüm meclisten dışarı…

O yüzden sevgili #Influencer, bir hikayen olsun, ama önce gerçek olsun, dürüst olsun; hayatta bir duruşun, bir tercihin, prensiplerin, sınırların olsun; vergi ödeyerek çalışıyorsan bir stratejin ve bir hedefin olsun; işe yarar bir deneyimin olsun, anlattığın hikayeler iki çekiliş arasında eskimeyecek nitelikte olsun; seni takip edenlerin (veya edeceklerin) hayatına katacak bir değerin olsun; yaşam kaliten olsun; yaşadıklarının içinde kendi duyguların olsun, itibarın olsun; zorlamaların kapının dışında kalsın.

Mütevazi yaşamlar içinde alçakgönüllü tercihlerle farkında olarak üreterek yaşamak kalitenin en öz tanımı kanaatimce.

Hazır #koronavirüs hayatlarımızda temelden temizlik ve değişiklik yaparken umuyorum ki pazarlama icatları yerini bir an önce akla bıraksın…

May 4, 2020
Written by: Burcu Özdemir
Older Posts »

BURCU HAKKINDA

Araştıran Anneler Web Sayfası

Web Tasarım Ajanweb