Burcu Özdemir – -
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
ANASAYFA
BURCU HAKKINDA
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
Burcu Özdemir – -

Kar Pandemisi

Değişen iklimlerden dolayı eskisi gibi kar göremiyor olsak da, Şubat’ın bu günleri yeniden çocukluğumu hatırlattı. “Son Dakika” yapılan tatil haberleri ile başlayan sevinç, yanaklarımız yanana, dudaklarımız kuruyana kadar karın üzerinde oynamalarımız, akşam içilen sıcak çikolatalar, yorganların üzerine usulen örtülen battaniyeler, ödevlerin ve sınavların ertelenmesinin sevinci, ailenin tüm fertlerinin neredeyse aynı anda -mesai saatleri dahil- bir arada evde olması, yeniden çocukluğumuza götürdü hepimizi.

Karı severim, denizi sevdiğim gibi, sürekli yanında, yakınında olayım ama içinde olmayayım tarzı bir sevgi. Hep yağsın, seyredeyim. Sevmediğim ise, büyükşehirler özelindeki “kar pandemisi”. Kar yağdığı zaman dünyanın durması, herkesin eve hapsolması, marketlerin boşalması, mobilitenin yok olması. Dünyanın bir sürü yerinde insanlar 6 ay karın altında yaşamlarını kaliteli bir şekilde devam ettirebilirken, bizim ülkede, genelde ikinci gün açılabilen, “ana arter” haricindeki her yerin tamamen kapalı olmasını hiçbir zaman anlamadım, anlamayacağım, ama bu gerçeği de değiştirebilecek bir sistemin olduğuna inanmıyorum.

İstanbul’a kar yağarsa, pandemisi ile gelir.
İyi seyirler.

February 23, 2025
Written by: Burcu Özdemir

A.Ş.K. ❤️

aŞk bir mevsim olsaydı sizce hangisi olurdu?

bence sonbahar…

yağmurlara, yıldırımlara direnmiş, ayazlara karşı dikliğini kaybetmemiş, en canlı renklere, mis kokulu çiçeklere düşmeden devam etmiş, kavurucu sıcaklıklarda erimemiş, en ‘kendine özel’ mevsim değil mi sonbahar?

her duygudan, her havadan ‘bir-az’ taşıyabildiği için mi bu kadar özel geliyor bana?

yoksa bir sonbahar sabahı doğduğum için kayırıyor muyum, emin değilim…

 

emin olduğum, biz ruhu genç ve umut dolular için, hep var aŞk ❤️

O bizi bulmasa da bizim onu bulma niyetimizden hiç sapmadığımız,

O her yapmadığını yaptıran duygunun pesinden koşmaya devam edeceğimiz,

O bulduğumuzda çocuklarımızdan çocuk olacağımız,

O kendimizi koruyamadan aniden çözüldüğümüz, darmadağın olacağımız,

O susmalar içinde yüreğimizden bangır bangır bağırdığımız,

O ‘her şeyi’ bildiğimiz yaşlarda içimizin yeniden karışmasını durduramadığımız,

hissin her daim takipçisiyiz…

 

her şey aŞk değil mi zaten?

 

ey savaş meydanlardaki her kavgayı kazanmış o donamlı savaşçılar,

aŞk karşısında kendiniz çıplak, savunmasız, korkak, zayıf hissediyorsanız,

bilin ki, yalnız değilsiniz..

sesi hiç çıkmayanlar, duranlar, kaçanlar, gidenler, kalanlar, derdi olanlar,

hepsi biz’iz…

 

hiçbir şeyin tesadüf olmadığı bu çok uzun ve çok kısa perdede,

merkezde, dengede, denginde olmak için çok caba sarf ettiğimiz sahnelerde,

modası gelmiş geçmiş tüm eski kalıplar içinde,

her adımda şifalanma niyetiyle,

aŞk’ta ol, aŞk’ta kal…

geçmişine, gölgelerine, iç seslerine, izlerine, zihnine, alan korumana rağmen,

aŞk’ta ol, aŞk’ta kal ❤️

 

daha iyi versiyonlarımızla devam edebilmek için,

daha geç kalmamak için,

her şeyi kalpten sevebilmek için,

bize sen lazımsın ❤️

February 11, 2024
Written by: Burcu Özdemir

yaralı şifacı ❤️

hiç yaralı şifacınız oldu mu? benim oldu

korkularından merhem yapabilen bir güçle tanıştınız mi? ben tanıştım

kafası çok ve farklı çalıştığı için kalabalıkta hep yalnız birini bildiniz mi? ben bildim

dünyaya uyumlanmak için uyumlandırmaya niyet etmiş birinin yanında yürüdünüz mü? ben yürüdüm

sadece sevdiklerinin dertlerini dert eden bir ruha şahitlik ettiniz mi? ben ettim

hani sadece karnının içindeki ses ile bağdaşabildiğiniz, konuşmadan da anlaşabildiğiniz, hayatla birlikte dalga geçip trajedilere gülebileceğiniz bir insan oldu mu hayatınızda? benim var

sertliğinin ve netliğinin altındaki yumuşak karnı sadece çok yakına koyduklarının görebildiği birine sırtınızı dayadınız mi? ben dayadım

farklı frekansların sebepsiz ortak platformda buluşmasına şahit oldunuz mu? ben oldum

uzaktan bile olsa, kalbinin ısındığına sonsuz koruma, kollama yapan birisinin kanatları altında hiç durdunuz mu? ben durdum

 

ve işte tam da bu nedenlerle, yeniden başlayabiliyorum

bir kez daha aynı hızla düşmeme izin verilmemesinin lüksünü taşıyorum

ruhumun ve kalbimin şifalanarak yeniden aydınlanmasına kucak açıyorum

yeniden seviyorum

üzerimdeki kayaları uçurumlardan aşağı itiyorum

en iyi versiyonuma gelebilmek için hazırlanıyorum

 

çok şükür, bin şükür

şifa ol, şifa olsun, şifa olalım ❤️

BRC’48, İstanbul, 16.12.2023

December 16, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 21072022

78 sene yaşa, 50+ sene mesleğini icra et, bir sürü insanın & şirketin hayatına dokunup fark yarat, bir başka boyuta intikal ettiğinin 52. gününde senden ‘hatıra’ diye ancak 1 karton kutuya sığ
– çok zalimsin hayat …

babam

January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 09072022

babam

“exitus”
her nefesin önemli olduğu yaşamın artık devam etmediğini bildiren bir kelime
dolu dolu hayatları tarif etmeyen sıradan, sığ bir tarif
hikayeleri fazlaca basite indirgeyen acımasız bir gerçek
babamın 34 sayfalık raporunun sonundaki tek söz
– dokundu bana
ölenlerin devam edenlerin yaşamlarından olağanüstü hızlı çıkarılmaları gibi
sanki döngünün pek acelesi varmış gibi
koştur koştur ‘bir yokmuş’ versiyona taşınması gibi – acıttı
hep derim biz şanslı azınlığız; çocuk olarak, birey olarak, yetişkin olarak, aile olarak, dost olarak
çok biriktirdik, çok paylaştık, çok yakındık, hep kalabalıktık
bu gibi bayram sabahları öyle bir hengame içinde başlar öyle tatlı bir yorgunluk içinde tamamlanırdı ki, kurulu sofraları, sürekli yapılacak yeni işlerin telaşını, bayram harçlıkları ile alınabileceklerin hesabını, eğlenmeyi, araç bagajlarında oturabilmenin ayrıcalığını, koşulsuz sevgileri, hesapsızlığı, zaman içinde kaybedilenlerin ne kadar büyük olduğunu
– ancak büyüdükçe anladık
ve bugün içinde fiziken olmadığın ilk bayramın 1. gününde, aramızda bedenen olmadığın 40. yirmi dört saatin içindeyiz
bu sabah seni sessizlik içinde ziyaret ettik 4 kişi, yolda hiçbirimiz konuşmadık
torunun hepimiz adına ‘merhaba dede’ dedi
diğeri her duyduğumda sadece seni düşündüğüm o şarkıyı incecik sesiyle kısık kısık söyledi
seni görmeye gittiğimizi söylediğimizde aldığımız kadar çiçeği ‘bu da babaya benden olsun’ diye kollarımızı dolduran çiçekçinin güllerini içimizden ‘iyi bayramlar’ diyerek bıraktık toprağına
“bizim gibi şanslı çocukların ‘yas’ı kutlamaya çevirmesi gerek” demişti, babası seninle aynı gün aramızdan ayrılan çok sevdiğim bir arkadaşım
– çok haklı
madem biz iyi olan versiyonun ne olduğunu biliyoruz; madem yaşarken yaşamanın ve yaşatmanın nasıl hissettirdiğini anlatabiliriz
o zaman anılarla, anmalarla, bazen ağlamalarla, kahkahalarla, en çok da şükürle, ruhumuza, aklımıza, düşüncelerimize, hayallerimize yerleşmiş, sırlarımıza, henüz yaşamadıklarımıza yol gösterecek olanlarla yeniden doğmak gerek yol göstermek için yolu takip etmek, karanlığı aydınlık tutmak gerek
– tam isteyeceğin gibi
verilmiş vakti iyi kullanabilmiş olmanın huzuru içinde,
özleminin her hücreme yayıldığının farkındalığında,
aklımda ve kalbimde nefesim yettiği sürece seni canlı tutacağımın bilincinde,
bayramın kutlu olsun
eşsiz ışığın her daim üzerimizde, içten gülümsemen gözümüzün önünde olsun Babo’m ❤️
hani sadece başına gelince tam anladıkların var ya, henüz anlamayanlara, anlamasına rağmen bir sebeple duranlara, durmak zorunda olanlara da diyeceğim var;
hazır halen ne kadar olduğu belli olmayan vakit varken, biriktirin, sevdiğiniz ne varsa hemen koşun yanına, koşabildiğinizce, sarılın, çok ama ve defalarca, yatın kucağına, tutun elini, hep ‘o son gün’müş gibi, sonrası yokmuş gibi; mecburiyetlere, sorumluluklara, rutinlere, imkansızlıklara, ertelemelere, geçiştirmelere, korkmalara, seçmek isteyip de seçememelere, yüklere, yorgunluklara rağmen, kaçırmayın, bayramları, kutlamaları, kavgaları, hatta anlaşmamaları – kaçmayın
sonrası hep ayaz çünkü…
BRC’46
İstanbul, 09.07.2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 19062022

babam

kutlamalar
dönümler
dönemeçler
devamlar
yürümeler
hatta koşmalar
bir anda kalmalar
kaldığın yerden devamlar
–ZOR–
sağlam sinir sistemi lazım –çok ama-ÇOK–
‘rahmetli’ kelimesinin ağzımdan henüz hiç çık-a-madığı ilk -Babasız Babalar Günü- bugün
yaşamın ilk 40’ı gibi değil ama, yalnızlığın ilk dördünü gibi…
durmayan döngü içinde sensiz 21. gün…
çarpışmalarda, kırılmalarda, savaşlarda, kaybetmelerde yıkılmamak için süper güç ya soğukkanlılık ve uzun sessizlikler
bazen öyle bir noktaya geliyor(muş) ki, buz bile eriyor, sen kalıyorsun
öyle ama; tam olması gibi, tam olduğu yerde, tam hizada
hissetmeyi kaybettiğin yerde bulursan
daha tam açık değil algılamam
daha ağlamayı kesemediğim olmadı, hatta sanki sadece içimden ağlıyorum
daha şişelerde kaybolmadım
torunlarının hatırına galiba, duruyorum
ne zamana kısmet, bakalım, bekliyorum…
tek hissedebildiğim –sen gittin ve ben çok yalnız kaldım–
sevmezdim pek ama doya doya öpemediğim için çok kızgınım
sarılamadığım için yastayım
son yolculuğuna eşlik edenlerin maske ve plastik eldiven olmasına arızayım
ilahi adalet anlayışım bir kez daha çok derinden sarsıldığı için bozuğum
öfkem burnumdayken kalbimi bulamadığım için kayıplardayım
her zamanki kadar geçimsiz, halen bildiğin huysuzluklardayım
henüz avunamıyorum
kurda kuşa yem olmayız bilirsin, şükür ki sayende, donanımlıyız
ama bu büyük ‘veda’yı kabul etmedik, içselleştirmedik, henüz uyanamadık
sen yoksun –ve pusulamı kaybetmemek için halen gücünü kullanıyorum–
sen gibi insanların, ‘baba gibi’, ‘dağ gibi’ babaların, sormadan sarılanların, anlaşmadan sahiplenenlerin, sevdikleri için mücadelen vazgeçmeyenlerin, kaybolmamış vicdanların,
her an’ı kutlansın, unutulmasın, atlanmasın, es geçilmesin…
‘belki de huzur buldu’ cümlesi bana uyamadı, o yüzden de
YOKLUĞUNUN ALTINDA EZİLMEMEK İÇİN OLMADIĞIN TARAFA BAKMIYORUM…
Babalar Günün kutlu olsun, iyi ki bizim babamızsın, iyi ki vardın, iyi ki varsın, daha uzun lazımdın
Seni Seviyorum ❤️❤️❤️
BRC’46
İstanbul, 19 Haziran 2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 05062022

babam

‘yedisi’ oldu bile… bir yeni doğanın büyümesi, bir de gidenin sürati yaşanmadan hakikaten de anlaşılmıyor… dua esnasında ‘rıhtımda kalanlar’ dedi hoca, takıldım bu cümleye, gerçekten de 67 gün rıhtımda bekledik, rasyonelliğe rağmen bir mucize olur belki diye, şimdi de ‘kaldık’, olduğu gibi, olması gerektiği gibi…

– içimiz kıyamet, dışımız sebat…

BRC’46

İstanbul, 05 Haziran 2022

January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Arşivlerden – BABAM için 03062022

babam

BABAM ’ın yasını ancak onu yazarak tutabilirim.
Hislerimi kelimelere dökebilecek miyim, emin değilim, ama birbirine hiç benzemez o kadar insanı uğurlamak için bir araya getirebildiği bir benliği anlatmadan geçemeyeceğim.
Ertan Özdemir’in kızı olmayı anlatmadan önce, O’nu anlatmak lazım.
Dokunduğu her hayat, baktığı her göz onda muhtemelen farklı bir ışık yakalamıştır ama temel değerlerini atlamayayım: büyük bir vizyoner, nadir bir beyin, olağanüstü detaycı, her daim mükemmeliyetçi, samimi ama hep sınırlı, çok -ama çok- çalışkan, kendini her gün geliştiren, sürekli okuyan, değerlendiren, dillendiren, anlatan, öğreten, yönlendiren, bildiklerini paylaşmaktan çekinmeyen gerçek bir ışık işçisi.
Ertan Özdemir’in bize ‘baba’ olarak verilmesi ise büyük şans; hayatta çok az insana nasip olabilecek bir ayrıcalık.
Bilen bilir, biz ‘baba-kız’ olabilmeyi iyisi ile kötüsü ile yaşarken becerebilmiş nadir örneklerdeniz. Anlaşmanın da anlaşmamanın da hakkı verilmiş, mücadele içindeyken anlamaya çalışılmış, anlaşılamayan zamanları kabulle geçirmeyi öğrenmiş, her zaman tarifsiz büyüklükteki bir sevginin kazandığı platformda buluşabilmiş-ikiliyiz.
Ertan Özdemir’in kızı olmak, bir güç, bir duruş, bir tavır, bir akıl, bir etik, bir tercihtir.
Her daim güvende tutmanın ve kalmanın koşulsuz tarifidir. Her alandaki zeka oyunlarında ters köşede yakalanıp teslim olabilmenin, iknanın büyüsüdür. Farklı tecrübelerin yazarı olmaktır. İçtenliğin, samimiyetin, vefanın, dostluğun ustası olmaktır.
Mizaç ve ruh olarak kendimi en çok benzettiğim ve ayrıştırdığım çok özel bir insanın kızı olmak kolay değil; binlerce kez şükür ki hatıralarımız birikmiş.
Yalnızlık kelimesini hiç bilmemişim meğer, ilk defa sensizliğin tam ortasında kaldım.
Her ne kadar seni her gün içimde ve kalbimde yaşatacak olsam da, en saçma konuları gülerek veya ağlayarak anlatmak için aradığımda telefonunun bir daha açılmayacağını bilmek, en zor anlarda kollarının arasına sığınamayacak olmak, herhangi bir kötü günün sonunda çok net, hatta bazen sert, ‘sabah olsun çözeriz’ diyecek o tok sesi duyamayacak olmak, güçsüzlüklerimi çırılçıplak ve utanmadan teslim ettiğim tek insanın elimi tutmak için yanımda duramayacağını bilmek, her türlü abuk sabuk fikrimi makul karşılayan tek kişinin yanımda olamayacağını bilmek, durdurulamaz ve durulmaz bir kopyanın –alışmayacakları– geri kalan beni zaten ne korkutabilir, ne yıkabilir.
Belli etmesem de, canım yandı çok, derinden, yüreğimden yara aldım gidişinle, ilk defa yoruldum, boğazım düğüm, hatta inanmazsın, bu gece hüngür hüngür ağlıyorum, özlemin başlamadı bile…
Ateş gerçekten sadece düştüğü yeri cayır cayır yakıyormuş; yediverenlerle birlikte yastayız.
Daha önce de söylediğim gibi;
senin gibi babalar ölmez, yer değiştirir, şekil değiştirir, boyut değiştirir ama gitmez
senin gibi üstadlar kolay yetişmez, hikayelerin kulaklardan, anılardan, hafızalardan silinmez
öğrettiklerin bitmez, tecrübelerin yenilmez, yolundan dönülmez…
Evet parçalandık, evet kırıldık, evet gözlerimiz yaşlı, evet kaydın gittin ellerimizden, evet bir sabah uyandık sensizliğe, evet artık bir eksiğiz ama yokluğun öğrettiğin üzere yokluğumuz değil
– iyi ki vardın!
ama bu hikayeyi sen anlatmayaydın iyiydi koca çınar…
Geri kalanımı emanetlerine adıyorum; Annem, Beliz ve çocuklar ben de, sen hiç merak etme; etmeyeceğini biliyorum.
Adaletini sorgulamaktan imtina ettiğimiz bu dünyadan bir Ertan Özdemir de geçti, gitti.
Tekrar kavuşana dek kokun burnumda Babo’m.
Gittiğin yerde huzur içinde ol, fazlası ile hak ettin, Seni Seviyorum
BRC’46
İstanbul, 03 Haziran 2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Influencer

#MarieClaire México dergisinin Mayıs (2000) ayındaki kapak resmi uzun yıllardır tahammül geliştiremediğim bir kelime hakkında yazmama neden oldu: #Influencer

Bizim zamanımızda herhangi bir konuda “#fenomen” olabilmek önce bir görüşün, sonra onunla ilgili herkesten fazla bilgin olması gerekirdi ki liderliğini yapabilesin…

Instagram kullanıcılarının yaş grubunda hatırlayan olur mu bilemiyorum ama bundan 35-40 sene önce siyah beyaz televizyonlarda ürün satışı için reklamlar gösterilirdi… birtakım pazarlamacılar ellerindeki ürünleri TV başındakilere satmaya çalışırdı… tabii ki aslında sadece azınlığa hitap eden bu uygulamaydı; ona dahil olabilmen için de iki önemli kritere sahip olman  gerekiyordu; (1) evinde televizyonunun olması (2) TV’de gördüğünü alabilecek paran olması…

Özetle bugün –#Influencer olarak lanse edilmiş veya kendini #Influencer sayan– insanlar aynı uygulamanın farklı bir uzantısı sadece; ellerinde daha donanımlı teknolojilerle #alışverişçılgınlığı ve bolca #tüketim tetikliyorlar…

#Influencer kelimesinin anlamına bakmamış olanlar sosyal medyada kimleri nasıl etkiliyor? Başka ülkelerdekini bilmem ama bizim #Influencer ‘ların etkilemeyi başardığı kesimleri incelemek gerek… Biraz eğitimli biraz düşünen bir insan hiç sormaz mi, ‘sen neyi başardın da benim de benzer bir başarı elde etmem için yönlendirme yapıyorsun’? Başlarına gelen talihsizlikleri temcit pilavı gibi insanların önüne koyup duyguları sömürmek yerine, yaşadıklarının içinden nasıl geçip bir galibiyet hikayesi yarattığını neden anlatamıyorsun? çünkü yok… Maalesef bizim genler dedikodu, enerjisi düşük ‘bahtı kara’ ve çilekeş hikayeler ile beslendiği için, ancak böyle “şöhret” olabiliyorsun değil mi Andy Warhol? ünlü olmaktan çok ünlü hissetmek daha da önemliymiş değil mi?

Alım gücümüzün olmadığı telefonları kullandığımız, taksitle ödediğimiz tatillerimiz, kredi ile finanse ettiğimiz arabalarımız, eskimeden yenisi ile değiştirdiğimiz kıyafetlerimiz gerçekten ihtiyacımız mı, yoksa aracılık yapan #Influencer ‘lar ile farkında olarak veya olmayarak bizlere pompalanan anlamsız bir imaj ve prestij arayışı mı? Bu konuyu yeniden içselleştirerek düşünmemiz ve gerçekten bilinçli kullanıcı olmamız gerekmez mi hepimizin?

Bilinen bütün tehlikelere rağmen hastanelerde çalışanlar, ihtiyacın olan olmayan her nesneyi sana taşıyanlar, her gün çöpünü alıp hayatını temiz tutmaya çalışanlar, güvenlik kaygın olmasın diye 24 saat mesai yapanlar, sen korkarak 10 günde bir giderken günde 8 saat markette kasa başında oturanlar, ekmeğin bitmesin diye sabah 3’de iş başı yapanlar mı; yoksa renkli taytlar içinde snapchat uygulamaları ile sana ihtiyacın olmayan bir başka ürünü daha aldırabilenler, içinde bir bilgi kırıntısı olmayan konularda “canlı yayın” yaparak hiçbir şey anlatmayanlar mı senin gerçeğin? işinin hakkını vererek, emekle yapanlar için tabii ki sözüm meclisten dışarı…

O yüzden sevgili #Influencer, bir hikayen olsun, ama önce gerçek olsun, dürüst olsun; hayatta bir duruşun, bir tercihin, prensiplerin, sınırların olsun; vergi ödeyerek çalışıyorsan bir stratejin ve bir hedefin olsun; işe yarar bir deneyimin olsun, anlattığın hikayeler iki çekiliş arasında eskimeyecek nitelikte olsun; seni takip edenlerin (veya edeceklerin) hayatına katacak bir değerin olsun; yaşam kaliten olsun; yaşadıklarının içinde kendi duyguların olsun, itibarın olsun; zorlamaların kapının dışında kalsın.

Mütevazi yaşamlar içinde alçakgönüllü tercihlerle farkında olarak üreterek yaşamak kalitenin en öz tanımı kanaatimce.

Hazır #koronavirüs hayatlarımızda temelden temizlik ve değişiklik yaparken umuyorum ki pazarlama icatları yerini bir an önce akla bıraksın…

May 4, 2020
Written by: Burcu Özdemir

DUR

coronavirus (koronavirüs)… tüm dünyaya eş zamanlı olarak ‘insan’ın aslında ne kadar küçük, önemsiz ve etkisiz olduğunu hatırlatan, dünyayı değiştirmek için Neptün’e gitmeye gerek olmadığını vurgulayan, ‘sadece kendimize özel alanlar’ yaratarak hayat kalitemize devam edemeyeceğimizi çok hızlı öğreten, birbirimizi koruyup kollama bilincine sahip olmazsak, kaybetmeyi hemencik öğreten, kendi küçük, öğretisi çok büyük bir zamanın temsilcisi…

bugün (Allaha çok şükür) kızlarımla birlikte evdeki ‘karantina’mızın 33. günü… bunun ne kadar devam edeceğini bilmesem de, bundan sonra, her çığır açan dönem gibi, bundan sonra bir sürü şeyin de aynı devam etmeyeceğini görmek için alim olmaya gerek yok…

iletişim şekillerimiz, iş yapışlarımız, ticaretimiz, sosyalleşmemiz, doğa ile ilişkimiz, özgürlüğün bu bambaşka boyutu ile tanışmamız, düşüncelerimiz, her konuda atacağımız yeni adımlarımız, umuyorum ki bir daha aynı ‘tüketim’ batağına saplanmadan gerçekten değişir, çünkü biliyorum ki bu sınavı hakkı ile geçemezsek, bir sonraki testte hepimiz aynı anda tükeneceğiz…

‘sosyal medya’ ve ‘ekran zamanları’… şu an aklımıza gelen her şeyin ‘online’ olmasının yarattığı his keyif mi eziyet mi? ‘insan’ın aslında o kadar da anti sosyal olmadığını, vurgulandığı kadar ‘bağımlı’ olmadığını anlaması için ‘24 saat online’ a mı maruz kalması gerekiyordu?

toplantılar ekrandan, ‘uzaktan eğitim’ ekrandan, yoga ve meditasyon ekrandan, aile ve arkadaş sohbetleri ekrandan, filmler, diziler eskisi gibi ekrandan, başka ülkelerdeki müze gezileri ekrandan, konserler ekrandan, hatta sevişmeler bile ekrandan… ama çocuklar parklara, anneler toprak kokusuna, babalar deniz tuzuna, anneanneler torunlarını kucaklamaya, dedeler kuma ayak basmaya, sevgililer birbirine, herkes doğaya hasret…

yine de akıllanmıyoruz, halen ‘toplu tüketim’ pesinde koşmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz, DUR-amıyoruz, iç sesimizi dinlemek için düşünmüyoruz, #evdekal desek de, ‘ev’de’ olamıyoruz…

çocukların yapabileceği onlarca aktivite linki, videosu, paylaşımı geliyor her türlü kanaldan; bakıyor, inceliyor; karar veremediğimiz için yine bildiğimiz çizgi filmi seyrettiriyoruz; filmleri ücretsiz seyredebileceğimiz siteler geliyor, heyecanlansak da seçemediğimiz için herhangi birini seyredemeden kapatıyoruz; 3D gezebileceğimiz müzeleri ‘gezme’ fikri bile cazip gelmiyor; günlük mesajlarımız ‘günaydın’ veya ‘nasılsın’la başlamıyor, illa bir ‘bilgi’ veya bir yönlendirme içeren mesajlardan kurtulamıyoruz – öğrenmiyoruz…

çocuklarınız varsa izleyin, bu belirsizlik sürecini en doğal ve en iyi onlar yönetiyorlar… aynı oyuncaklarla oynamaktan veya onlarla farklı şeyler yapmaktan, evdeki kitapları değiştirerek veya farklı hikayeler yaratıp seslendirerek okumaktan sıkılmıyorlar; ‘ne zaman bitecek’ endişesi taşımıyorlar; arada bir parka ve okula ne zaman gideceklerini sorsalar da, anneleri-babaları ile aynı çatı altında olmaktan mutlular; 1 gecede öğretilerimize intikal eden ‘uzaktan egitim’e en hızlı onlar adapte olsalar da, her zamankinden daha az ekran karşısındalar; ‘belki yazın okul olacak’ dediğiniz zaman, ‘e yaz tatili yok mu şimdi’ diye söylenmiyorlar; anı yaşamak, anı deneyimlemek, anda kalmak bu değil de başka ne, biri bana anlatabilir mi?

bu süreci herkes gibi sorgulasam da ‘hayatımın bundan sonraki aşaması’ için radikal kararlar alma peşinde değilim… dileğim ve isteğim, çocuklarımla ve sevdiklerimle yaşamı daha derin deneyimlemek, fırsat yaratarak seyahat edebilmeye devam etmek, daha çok hissederek ve daha az planla yaşamak, isteklerimi ertelememek, dünyayı kendi penceremden gözlemlemeye devam ederek daha çok yazmak…

çocukların okula aynı anda hiç gitmediği, üretimlerin durduğu, işyerlerinin birçoğunun kapalı olduğu, tüm eğlence ve sosyal hayata ‘ara’ verildiği bir dönem bir daha yaşanır mı veya biz denk gelir miyiz bilemem; bildiğim düzenlerin değiştirilmesinin korkutucu olmadığı; ‘adaptasyon’un hepimizin içselleştirmesi gereken yeni bir beceri olduğu; esas korkulması gerekenin eski tüketim hızı içinde devam etmek olduğu – çünkü o zaman yol kapalı…

hayatı basitleştirerek yaşamak da bir başka beceri olarak girecek hayatlarımıza çünkü önümüze 30 çeşit reçel çıktığı zaman 1 tanesini almadan çıkıyoruz marketten; ama bir çilek reçeline karşı bir bal kaldığında en azından biri bizimle eve geliyor; geri kalan teferruat hepimizi çok yoruyor ve bu yorgunluğun ne demek olduğunu ancak şimdi anlıyoruz…

bakımı seven bir Terazi olarak, saçımı düzenli kestirmeden, 10 günde bir manikür/pedikür yaptırmadan, spor salona gitmek için aşırı efor harcamadan, çocuklarımı her haftasonu ‘aman bir şey kaçırmasınlar’ diye bir yerlere sürüklemeden, ‘aman o oyunu da kaçırmayayım’ diye bilet pesinde koşmadan, ‘bu ara tatilde de şuraya gitmeli’ demeden de yapabiliyor olmanın farklı bir haz olduğunu, kendine yetmenin daha güçlü hissettirdiğini siz de düşünüyor musunuz?

süreci ve süresi farklı olsa da, özet “denge”de…

kadın-erkek ilişkilerimizde, iş arkadaşlıklarımızda, ana-babalarımızla, çocuklarımızla, dostlarımızla dengede olmak ve dengede kalmak, attığımız her adımın, yaptığımız her seçimin, içinde olan her taraf için saygı çerçevesinde ‘dengeli’ olması aynı zamanda dünyanın da dengesi…

düşünme yani sen de bu kadar; hisset ve daha çok sarıl, halen vakit verilmişken…

April 16, 2020
Written by: Burcu Özdemir
Older Posts »

BURCU HAKKINDA

Araştıran Anneler Web Sayfası

Web Tasarım Ajanweb