Burcu Özdemir – -
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
ANASAYFA
BURCU HAKKINDA
  • ANASAYFA
  • BURCU HAKKINDA
Burcu Özdemir – -

Arşivlerden – BABAM için 03062022

babam

BABAM ’ın yasını ancak onu yazarak tutabilirim.
Hislerimi kelimelere dökebilecek miyim, emin değilim, ama birbirine hiç benzemez o kadar insanı uğurlamak için bir araya getirebildiği bir benliği anlatmadan geçemeyeceğim.
Ertan Özdemir’in kızı olmayı anlatmadan önce, O’nu anlatmak lazım.
Dokunduğu her hayat, baktığı her göz onda muhtemelen farklı bir ışık yakalamıştır ama temel değerlerini atlamayayım: büyük bir vizyoner, nadir bir beyin, olağanüstü detaycı, her daim mükemmeliyetçi, samimi ama hep sınırlı, çok -ama çok- çalışkan, kendini her gün geliştiren, sürekli okuyan, değerlendiren, dillendiren, anlatan, öğreten, yönlendiren, bildiklerini paylaşmaktan çekinmeyen gerçek bir ışık işçisi.
Ertan Özdemir’in bize ‘baba’ olarak verilmesi ise büyük şans; hayatta çok az insana nasip olabilecek bir ayrıcalık.
Bilen bilir, biz ‘baba-kız’ olabilmeyi iyisi ile kötüsü ile yaşarken becerebilmiş nadir örneklerdeniz. Anlaşmanın da anlaşmamanın da hakkı verilmiş, mücadele içindeyken anlamaya çalışılmış, anlaşılamayan zamanları kabulle geçirmeyi öğrenmiş, her zaman tarifsiz büyüklükteki bir sevginin kazandığı platformda buluşabilmiş-ikiliyiz.
Ertan Özdemir’in kızı olmak, bir güç, bir duruş, bir tavır, bir akıl, bir etik, bir tercihtir.
Her daim güvende tutmanın ve kalmanın koşulsuz tarifidir. Her alandaki zeka oyunlarında ters köşede yakalanıp teslim olabilmenin, iknanın büyüsüdür. Farklı tecrübelerin yazarı olmaktır. İçtenliğin, samimiyetin, vefanın, dostluğun ustası olmaktır.
Mizaç ve ruh olarak kendimi en çok benzettiğim ve ayrıştırdığım çok özel bir insanın kızı olmak kolay değil; binlerce kez şükür ki hatıralarımız birikmiş.
Yalnızlık kelimesini hiç bilmemişim meğer, ilk defa sensizliğin tam ortasında kaldım.
Her ne kadar seni her gün içimde ve kalbimde yaşatacak olsam da, en saçma konuları gülerek veya ağlayarak anlatmak için aradığımda telefonunun bir daha açılmayacağını bilmek, en zor anlarda kollarının arasına sığınamayacak olmak, herhangi bir kötü günün sonunda çok net, hatta bazen sert, ‘sabah olsun çözeriz’ diyecek o tok sesi duyamayacak olmak, güçsüzlüklerimi çırılçıplak ve utanmadan teslim ettiğim tek insanın elimi tutmak için yanımda duramayacağını bilmek, her türlü abuk sabuk fikrimi makul karşılayan tek kişinin yanımda olamayacağını bilmek, durdurulamaz ve durulmaz bir kopyanın –alışmayacakları– geri kalan beni zaten ne korkutabilir, ne yıkabilir.
Belli etmesem de, canım yandı çok, derinden, yüreğimden yara aldım gidişinle, ilk defa yoruldum, boğazım düğüm, hatta inanmazsın, bu gece hüngür hüngür ağlıyorum, özlemin başlamadı bile…
Ateş gerçekten sadece düştüğü yeri cayır cayır yakıyormuş; yediverenlerle birlikte yastayız.
Daha önce de söylediğim gibi;
senin gibi babalar ölmez, yer değiştirir, şekil değiştirir, boyut değiştirir ama gitmez
senin gibi üstadlar kolay yetişmez, hikayelerin kulaklardan, anılardan, hafızalardan silinmez
öğrettiklerin bitmez, tecrübelerin yenilmez, yolundan dönülmez…
Evet parçalandık, evet kırıldık, evet gözlerimiz yaşlı, evet kaydın gittin ellerimizden, evet bir sabah uyandık sensizliğe, evet artık bir eksiğiz ama yokluğun öğrettiğin üzere yokluğumuz değil
– iyi ki vardın!
ama bu hikayeyi sen anlatmayaydın iyiydi koca çınar…
Geri kalanımı emanetlerine adıyorum; Annem, Beliz ve çocuklar ben de, sen hiç merak etme; etmeyeceğini biliyorum.
Adaletini sorgulamaktan imtina ettiğimiz bu dünyadan bir Ertan Özdemir de geçti, gitti.
Tekrar kavuşana dek kokun burnumda Babo’m.
Gittiğin yerde huzur içinde ol, fazlası ile hak ettin, Seni Seviyorum
BRC’46
İstanbul, 03 Haziran 2022
January 19, 2023
Written by: Burcu Özdemir

Influencer

#MarieClaire México dergisinin Mayıs (2000) ayındaki kapak resmi uzun yıllardır tahammül geliştiremediğim bir kelime hakkında yazmama neden oldu: #Influencer

Bizim zamanımızda herhangi bir konuda “#fenomen” olabilmek önce bir görüşün, sonra onunla ilgili herkesten fazla bilgin olması gerekirdi ki liderliğini yapabilesin…

Instagram kullanıcılarının yaş grubunda hatırlayan olur mu bilemiyorum ama bundan 35-40 sene önce siyah beyaz televizyonlarda ürün satışı için reklamlar gösterilirdi… birtakım pazarlamacılar ellerindeki ürünleri TV başındakilere satmaya çalışırdı… tabii ki aslında sadece azınlığa hitap eden bu uygulamaydı; ona dahil olabilmen için de iki önemli kritere sahip olman  gerekiyordu; (1) evinde televizyonunun olması (2) TV’de gördüğünü alabilecek paran olması…

Özetle bugün –#Influencer olarak lanse edilmiş veya kendini #Influencer sayan– insanlar aynı uygulamanın farklı bir uzantısı sadece; ellerinde daha donanımlı teknolojilerle #alışverişçılgınlığı ve bolca #tüketim tetikliyorlar…

#Influencer kelimesinin anlamına bakmamış olanlar sosyal medyada kimleri nasıl etkiliyor? Başka ülkelerdekini bilmem ama bizim #Influencer ‘ların etkilemeyi başardığı kesimleri incelemek gerek… Biraz eğitimli biraz düşünen bir insan hiç sormaz mi, ‘sen neyi başardın da benim de benzer bir başarı elde etmem için yönlendirme yapıyorsun’? Başlarına gelen talihsizlikleri temcit pilavı gibi insanların önüne koyup duyguları sömürmek yerine, yaşadıklarının içinden nasıl geçip bir galibiyet hikayesi yarattığını neden anlatamıyorsun? çünkü yok… Maalesef bizim genler dedikodu, enerjisi düşük ‘bahtı kara’ ve çilekeş hikayeler ile beslendiği için, ancak böyle “şöhret” olabiliyorsun değil mi Andy Warhol? ünlü olmaktan çok ünlü hissetmek daha da önemliymiş değil mi?

Alım gücümüzün olmadığı telefonları kullandığımız, taksitle ödediğimiz tatillerimiz, kredi ile finanse ettiğimiz arabalarımız, eskimeden yenisi ile değiştirdiğimiz kıyafetlerimiz gerçekten ihtiyacımız mı, yoksa aracılık yapan #Influencer ‘lar ile farkında olarak veya olmayarak bizlere pompalanan anlamsız bir imaj ve prestij arayışı mı? Bu konuyu yeniden içselleştirerek düşünmemiz ve gerçekten bilinçli kullanıcı olmamız gerekmez mi hepimizin?

Bilinen bütün tehlikelere rağmen hastanelerde çalışanlar, ihtiyacın olan olmayan her nesneyi sana taşıyanlar, her gün çöpünü alıp hayatını temiz tutmaya çalışanlar, güvenlik kaygın olmasın diye 24 saat mesai yapanlar, sen korkarak 10 günde bir giderken günde 8 saat markette kasa başında oturanlar, ekmeğin bitmesin diye sabah 3’de iş başı yapanlar mı; yoksa renkli taytlar içinde snapchat uygulamaları ile sana ihtiyacın olmayan bir başka ürünü daha aldırabilenler, içinde bir bilgi kırıntısı olmayan konularda “canlı yayın” yaparak hiçbir şey anlatmayanlar mı senin gerçeğin? işinin hakkını vererek, emekle yapanlar için tabii ki sözüm meclisten dışarı…

O yüzden sevgili #Influencer, bir hikayen olsun, ama önce gerçek olsun, dürüst olsun; hayatta bir duruşun, bir tercihin, prensiplerin, sınırların olsun; vergi ödeyerek çalışıyorsan bir stratejin ve bir hedefin olsun; işe yarar bir deneyimin olsun, anlattığın hikayeler iki çekiliş arasında eskimeyecek nitelikte olsun; seni takip edenlerin (veya edeceklerin) hayatına katacak bir değerin olsun; yaşam kaliten olsun; yaşadıklarının içinde kendi duyguların olsun, itibarın olsun; zorlamaların kapının dışında kalsın.

Mütevazi yaşamlar içinde alçakgönüllü tercihlerle farkında olarak üreterek yaşamak kalitenin en öz tanımı kanaatimce.

Hazır #koronavirüs hayatlarımızda temelden temizlik ve değişiklik yaparken umuyorum ki pazarlama icatları yerini bir an önce akla bıraksın…

May 4, 2020
Written by: Burcu Özdemir

DUR

coronavirus (koronavirüs)… tüm dünyaya eş zamanlı olarak ‘insan’ın aslında ne kadar küçük, önemsiz ve etkisiz olduğunu hatırlatan, dünyayı değiştirmek için Neptün’e gitmeye gerek olmadığını vurgulayan, ‘sadece kendimize özel alanlar’ yaratarak hayat kalitemize devam edemeyeceğimizi çok hızlı öğreten, birbirimizi koruyup kollama bilincine sahip olmazsak, kaybetmeyi hemencik öğreten, kendi küçük, öğretisi çok büyük bir zamanın temsilcisi…

bugün (Allaha çok şükür) kızlarımla birlikte evdeki ‘karantina’mızın 33. günü… bunun ne kadar devam edeceğini bilmesem de, bundan sonra, her çığır açan dönem gibi, bundan sonra bir sürü şeyin de aynı devam etmeyeceğini görmek için alim olmaya gerek yok…

iletişim şekillerimiz, iş yapışlarımız, ticaretimiz, sosyalleşmemiz, doğa ile ilişkimiz, özgürlüğün bu bambaşka boyutu ile tanışmamız, düşüncelerimiz, her konuda atacağımız yeni adımlarımız, umuyorum ki bir daha aynı ‘tüketim’ batağına saplanmadan gerçekten değişir, çünkü biliyorum ki bu sınavı hakkı ile geçemezsek, bir sonraki testte hepimiz aynı anda tükeneceğiz…

‘sosyal medya’ ve ‘ekran zamanları’… şu an aklımıza gelen her şeyin ‘online’ olmasının yarattığı his keyif mi eziyet mi? ‘insan’ın aslında o kadar da anti sosyal olmadığını, vurgulandığı kadar ‘bağımlı’ olmadığını anlaması için ‘24 saat online’ a mı maruz kalması gerekiyordu?

toplantılar ekrandan, ‘uzaktan eğitim’ ekrandan, yoga ve meditasyon ekrandan, aile ve arkadaş sohbetleri ekrandan, filmler, diziler eskisi gibi ekrandan, başka ülkelerdeki müze gezileri ekrandan, konserler ekrandan, hatta sevişmeler bile ekrandan… ama çocuklar parklara, anneler toprak kokusuna, babalar deniz tuzuna, anneanneler torunlarını kucaklamaya, dedeler kuma ayak basmaya, sevgililer birbirine, herkes doğaya hasret…

yine de akıllanmıyoruz, halen ‘toplu tüketim’ pesinde koşmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz, DUR-amıyoruz, iç sesimizi dinlemek için düşünmüyoruz, #evdekal desek de, ‘ev’de’ olamıyoruz…

çocukların yapabileceği onlarca aktivite linki, videosu, paylaşımı geliyor her türlü kanaldan; bakıyor, inceliyor; karar veremediğimiz için yine bildiğimiz çizgi filmi seyrettiriyoruz; filmleri ücretsiz seyredebileceğimiz siteler geliyor, heyecanlansak da seçemediğimiz için herhangi birini seyredemeden kapatıyoruz; 3D gezebileceğimiz müzeleri ‘gezme’ fikri bile cazip gelmiyor; günlük mesajlarımız ‘günaydın’ veya ‘nasılsın’la başlamıyor, illa bir ‘bilgi’ veya bir yönlendirme içeren mesajlardan kurtulamıyoruz – öğrenmiyoruz…

çocuklarınız varsa izleyin, bu belirsizlik sürecini en doğal ve en iyi onlar yönetiyorlar… aynı oyuncaklarla oynamaktan veya onlarla farklı şeyler yapmaktan, evdeki kitapları değiştirerek veya farklı hikayeler yaratıp seslendirerek okumaktan sıkılmıyorlar; ‘ne zaman bitecek’ endişesi taşımıyorlar; arada bir parka ve okula ne zaman gideceklerini sorsalar da, anneleri-babaları ile aynı çatı altında olmaktan mutlular; 1 gecede öğretilerimize intikal eden ‘uzaktan egitim’e en hızlı onlar adapte olsalar da, her zamankinden daha az ekran karşısındalar; ‘belki yazın okul olacak’ dediğiniz zaman, ‘e yaz tatili yok mu şimdi’ diye söylenmiyorlar; anı yaşamak, anı deneyimlemek, anda kalmak bu değil de başka ne, biri bana anlatabilir mi?

bu süreci herkes gibi sorgulasam da ‘hayatımın bundan sonraki aşaması’ için radikal kararlar alma peşinde değilim… dileğim ve isteğim, çocuklarımla ve sevdiklerimle yaşamı daha derin deneyimlemek, fırsat yaratarak seyahat edebilmeye devam etmek, daha çok hissederek ve daha az planla yaşamak, isteklerimi ertelememek, dünyayı kendi penceremden gözlemlemeye devam ederek daha çok yazmak…

çocukların okula aynı anda hiç gitmediği, üretimlerin durduğu, işyerlerinin birçoğunun kapalı olduğu, tüm eğlence ve sosyal hayata ‘ara’ verildiği bir dönem bir daha yaşanır mı veya biz denk gelir miyiz bilemem; bildiğim düzenlerin değiştirilmesinin korkutucu olmadığı; ‘adaptasyon’un hepimizin içselleştirmesi gereken yeni bir beceri olduğu; esas korkulması gerekenin eski tüketim hızı içinde devam etmek olduğu – çünkü o zaman yol kapalı…

hayatı basitleştirerek yaşamak da bir başka beceri olarak girecek hayatlarımıza çünkü önümüze 30 çeşit reçel çıktığı zaman 1 tanesini almadan çıkıyoruz marketten; ama bir çilek reçeline karşı bir bal kaldığında en azından biri bizimle eve geliyor; geri kalan teferruat hepimizi çok yoruyor ve bu yorgunluğun ne demek olduğunu ancak şimdi anlıyoruz…

bakımı seven bir Terazi olarak, saçımı düzenli kestirmeden, 10 günde bir manikür/pedikür yaptırmadan, spor salona gitmek için aşırı efor harcamadan, çocuklarımı her haftasonu ‘aman bir şey kaçırmasınlar’ diye bir yerlere sürüklemeden, ‘aman o oyunu da kaçırmayayım’ diye bilet pesinde koşmadan, ‘bu ara tatilde de şuraya gitmeli’ demeden de yapabiliyor olmanın farklı bir haz olduğunu, kendine yetmenin daha güçlü hissettirdiğini siz de düşünüyor musunuz?

süreci ve süresi farklı olsa da, özet “denge”de…

kadın-erkek ilişkilerimizde, iş arkadaşlıklarımızda, ana-babalarımızla, çocuklarımızla, dostlarımızla dengede olmak ve dengede kalmak, attığımız her adımın, yaptığımız her seçimin, içinde olan her taraf için saygı çerçevesinde ‘dengeli’ olması aynı zamanda dünyanın da dengesi…

düşünme yani sen de bu kadar; hisset ve daha çok sarıl, halen vakit verilmişken…

April 16, 2020
Written by: Burcu Özdemir

Coronavirus 2020

kızlarım,

şu an biriniz 3.5 biriniz 6.5 yaşında olduğunuz için geçirdiğimiz olağanüstü günleri büyüdüğünüz zaman hatırlayacak misiniz bilmiyorum ama inanın ki tarihe tanıklık ediyoruz…

coronavirus salgını bütün dünyanın düzenini değiştirdi… 45 yaşıma basacağım bu sene ve ömrüm boyunca hiç korku filmi seyretmedim, seyredemem, şimdi sizinle sonu belli olmayan belirsiz bir film içindeyim….

bütün dünya “karantina” altında; dünyadaki bütün okullar kapalı; çoğu ülkede sokağa çıkma yasağı uygulanıyor ve olağanüstü hal durumu söz konusu; marketler ve eczaneler haricindeki işyerlerinin hepsi kapalı; 65 yaşın üzerine sokağa çıkma yasağı var, hayat durdu – ya da evden devam ediyor…

bu virüsün çok önemli bir özelliği var; çocuklara ve hayvanlara (bu satırları yazdığım an itibari ile) bulaşmaması, bulaşsa da öldürmemesi…

sizi her şart ve koşulda korumak ve kollamak içgüdüsü nedeni ile ben de kaygılıyım tabii ki, ama bu tür değişimler, belki de bir daha hiçbir zaman şahit olmayacağımız dönüşümlere, insanların, devletlerin ve iktidarların ömürleri ile kıyaslanamaz; yani biz görsek de görmesek de dünya yeniden doğuyor, daha iyi bir hale dönüşmek için olağanüstü bir mücadele içinde… insanın insan, hayvanın hayvan, doğanın doğa olarak kalması gerektiğini hepimize hatırlatıyor… egolarımızı, kinlerimizi, farklılıklarımızı, vicdansızlıklarımızı bitirmeden, saygı ve sevgi duymadan devam edemeyeceğimizi küçücük bir virüs ile her dilde, dinde, renkte insana hızlıca anlatıyor, çok ama çok enteresan…

biz de sizinle kendi küçük dünyamızda evde ‘karantina günleri’ndeyiz; bugün tam 16 gündür evdeyiz; çok nadir biten malzemelerimizi almak için markete gidiyorum, ailemizle 5.5 senedir birlikte olan Gulruh ablanız da bu günleri bizlerle geçiriyor, çok şükür…

evimiz sıcak, yemeklerimiz pişiyor, vakit geçirebilecek aktivitelerimiz var, ama ‘zorunlu ev hapsi’ görebilene, anlayabilene çok şey öğretiyor… açık havada bir yürüyüş yapabilmenin, okula veya işe gidebilmenin, metroya binebilmenin, bir hedefe doğru yürüyebilmenin, ama en çok da sağlığın, nefes alabilmenin bu hayattaki en ama en büyük lüksler olduğunu hepimiz aynı anda öğreniyoruz, inşallah içselleştirebiliriz…

okullar “uzaktan eğitim”e geçti, bütün dünyada… herkes ‘yeni normal’e adapte olmaya çalışıyor, yaşam yeniden başladığında ekonomik krizin etkilemeyeceği hiçbir sektör olmayacak, o zaman geldiğinde bütün kurgular yeniden yapılacak ve şu an kimse öngörü yapamıyor…

mağduriyetler maalesef yine devletimiz tarafından finanse edilmiyor, cahiller halen cahil, “seferberlik” yine içi dolu olmayan tek bir kelime, kendi üzerine düşeni yapanların sayısı yine azınlıkla sınırlı, ama biz Türkler olarak bu kadarız, en azından Istanbul olarak; fazlası olamıyoruz, ders almıyoruz, anlamıyoruz, anlatamıyoruz…

sizinle birlikte olmaktan çok mutluyum; oyun oynamaktan zevk aldığımı ve çok da oyun oynadığımı söyleyemem ama varlığınız için her gün bin kez şükrediyorum; beni anneniz olarak seçtiğiniz için minnettarım, inanın hakkını vermeye çalışıyorum, var gücümle…

sizi çok ama ÇOK SEVİYORUM, Allah size önce sağlığınızı sonra şansınızı bol etsin, geri kalan her şey gerçekten yalan …

March 29, 2020
Written by: Burcu Özdemir

Teşhis 27022020

“babacı” kız çocuğuyum ben… tanıyanlar bilir, annemi çok severim ama babama çok yakın hissederim… en çok onunla tartışmama, en çok onunla inatlaşmama, en çok onunla restleşmeme rağmen hep yumuşak karnımdır; acıtsam da aslında hiç kıyamam, dayanamam, büyük AşK’ımdır…

bugün, yaşlanmasından hep korktuğum ama gözlemlediğim canım babama artık neredeyse ‘grip’ kadar yaygın olan o tanıdan kondu… anneciğim daha orta yaşlarındayken bu zorlu sınavla mücadele etmiş ve başarmıştı; babamın da aynı şekilde dimdik savaşacağından eminim de, yine de içim yanıyor, çok acıyor…

sessizlik içinde kelimelerime sığınmak istiyorum sadece, konuşmak istemiyorum…

kandilmiş bugün tesadüfen, dualarımı bir kez de dillendireyim; dostuma düşmanıma hayırlı yaşam, hayırlı ve sıralı ölüm dilerim; kimse sevdikleri ile sınanmasın…

 

February 27, 2020
Written by: Burcu Özdemir

içimizdeki çocuk

“içimizdeki çocuk”…

önemli bir kavram, belki de hayati bir kavuşma – ben beceremedim…

içinden baktım, dışından gözlemledim, geçmişi taradım, anılarımı aradım, hayallerimi sorguladım, bulamadım…

sanki hiç oyun oynamamış, en sevdiği oyuncağı hiç olmamış, hiç kaybolmamış, korkmamış, kıskanmamış, dışlanmamış, platonik aşkları kurgulamamış, göstermek istemediği duygularının esiri olmamış, sanki yetişkin beyne sığınarak bugüne izsiz intikal etmiş gibi, küçük bir işaret bile bulamadım…

var mi acaba ben gibiler?

mutlu ve dopdolu bir çocukluğa, korumacı ve kollayıcı çekirdek bir aile içinde çok şanslı bir yolda yürümüş olsa da, içindeki çocuğa ulaşamayanlar?

merak ediyorum…

 

February 21, 2020
Written by: Burcu Özdemir

yeniden…

çooooook uzun zamandan sonra ilk kez bu akşam yeniden kelimelerimle buluşmaya, yaralarımla yaşamaya, bir kalbim olduğunu hatırlamaya, çok yorgun olsam da yeniden başlamaya, ‘an’ları pas geçmeden yavaşlayarak yaşamaya, yolu açmaya ve anlatmaya hazırım; şükürler olsun 🙏✨

 

February 20, 2020
Written by: Burcu Özdemir
« Newer Posts

BURCU HAKKINDA

Araştıran Anneler Web Sayfası

Web Tasarım Ajanweb