Şehir efsanesi değilmiş, Yunan’da sene 11 aymış, 8 ay süren yazın 1 ayı hiç yokmuş 🙂
Sizin anlayacağınız efendim, KAPALI-ymışız 🙂
Eylül’de görüşmek üzere.
’75 doğumlu Burcu Özdemir, kız kardeşi ile birlikte kurduğu Turkey Relocation Management Services küresel mobilite danışmanlığı hizmetleri sunan şirketin kurucu ortağı, strateji ve iş geliştirme yöneticisidir. 20 senenin üzerindeki çalışma hayatının önemli kısmını çeşitli kademelerde danışmanlık ve yöneticilik yaparak geçirmiştir.
Şehir efsanesi değilmiş, Yunan’da sene 11 aymış, 8 ay süren yazın 1 ayı hiç yokmuş 🙂
Sizin anlayacağınız efendim, KAPALI-ymışız 🙂
Eylül’de görüşmek üzere.
30/06/2025 Pazartesi sabah bu sene Mart’ta verdiğim karara istinaden, 9 bavul, 2 çocuk ve 1 köpekcikle Atina’ya yerleştim.
Bilmeyenler için bilgilendirme: önemli bir karar vermeden önce uzun ve çok sessiz düşünür, karar verdiğim ‘an’ da ise kulaklarımı tamamen kapatarak sadece aksiyon planına odaklanırım. Son 15 senedir Türkiye’ye geçici görevle gelen yabancı yöneticilere ‘yeniden yerleştirme’ danışmanlığı yaptığım için, henüz ‘anne’ olmamışken ‘uzak bir ülkede’ yaşama deneyimim olduğu için, artılar, eksiler, genel olarak süreçler, zorluklar ve yalnızlıklar bildiğim yerden olduğu için, en çok da bilinmeyene hızlı adapte olabildiğim için, çok korkmadım. Ancak 12 yaş altı 2 çocukla tek ebeveyn olarak büyük bir risk aldığımı da, sorumluluğumun mevcutun çok üstünde olduğunu da kabul ederek hazırlandım.
Büyük değişimlere önce karar vermek, sonra aldığın karara, her tereddüt ettiğin anda yeniden sarılıp sahip çıkmak, kararın öngörülebilir tüm artılarına, eksilerine en baştan hazır olmak, öngöremediklerini kucaklamak, en büyük hazırlık. Cesur olmak bir de. Her şart ve koşul altında çözüm üretebileceğine inanmak, kendine güvenmek, içinden bir şekilde çıkacağını bilmek -kritik.
Peki 50 yaşa 6 ay kala neden toprak değiştirir insan?
Deli olmak haricinde, bu sorunun cevabı ve motivasyonu herkes için farklı. Benimki, Türkiye’nin ve İstanbul’un en güzel zamanlarını yaşamış, en tercih edilen zamanına eşlik etmiş, sebzenin, meyvenin, etin, sütün, insanın kalitelisine ulaşılabilir zamanını dibine kadar yaşayabilmiş, eğitimin öğretici halinden yararlanmış, bugün dünyada ana vatanım sayesinde yer edinmeyi becerebilmiş, buna rağmen bildiğimiz, alıştığımız, sevdiğimiz, aktarmak istediğimiz temel değerlerin çok hızlı yok olmasına şahitlik etmiş, ibremin yavaş yavaş aşağıya dönmeye başlayacağı anlara, sadece ‘uzaktan bakarak’ üzülmeye karar vermek olabilir. Ve tabii bir de 2 kızımın, kendi kararlarını verecek kadar özgür, kendi tercih ve hayallerini uluslararası platformlarda şekillendirebilecek kadar cesur, ceplerinde ‘yabancı bir ülkede yaşama’ deneyimi verisi ile global insanlar halinde gelmesini eklemek gerekir.
Peki neden Atina?
Çünkü İstanbul’dan uçuş suresi 1 saat 1 dk. Günde en az 5-6 sefer var, karayolu ile yaklaşık 10 saat. İlk kriterimi karşılıyor: hızlı ulaşılabilir. Kültürü ve insanı bizimkine yakın, aynı değil, yakın. Mutfak benzer. Aniden gelen dolma krizine çözüm bulabileceğiniz, bavullar içinde beyaz peynir taşınmasına gerek kalmayacak bir lokasyon. Avrupa’nın geri kalanındaki gibi daha kaldırımdan ayağını attığında duran bir ahali yok, dikkat etmen gerek seni yaya geçidinde ezip geçmemeleri için, ama korna çok daha az, az ama sadece, asla tamamen yok değil, sabır süreleri bizimkilerden biraz daha fazla. Sokak dövüşlerine henüz şahitlik etmedik.
Devlet okulları fiziksel olarak bizimkilerle benzer durumda. Eğitim içerikleri hakkında henüz detay bilgim yok, ama özel okulların imkânları, hemen hemen dünyanın her yerindeki gibi, çok daha iyi. Ücretler, Türkiye’nin bir çok büyük şehrinde yapılan zamlı rakamlarla karşılaştırıldığında, özellikle de yemek gibi ‘mecburi’ kalemler olmayınca, (maalesef) 1/2’ye yakın ucuz. Ve bütün bunlar ’47 kura rağmen’. Üstelik de dil öğretmenleri postacı değil de, gerçek öğretmen. Okulların çoğunda cep telefonu yasak. Ödevler eski usul yapılıyor, kâğıt-kalem-kitap var. Ailelere ipad aldırma zorunluluğu yok. Tabii ki teknolojiden uzak yetişmiyorlar ancak buna erişim her çocuğun okul tarafından temin edilmiş ve sadece okulda kullanmak üzere organize edilmiş bilgisayarları ile yapılıyor. Benimkilerin okulu formalı, eşitsizliği örten, sevdiğim eski usul.
Kiralar İstanbul’un iyi semtlerine göre nispeten uygun veya paralel. Site konseptine henüz bizimki gibi bir geçiş yapmamışlar. Elektronik damlalarla açılan çelik kapılar ile sınırlı ‘güvenlik’ konsepti. Öyle sabah gazete-ekmek getiren apartman görevlisi filan olmadığı gibi en az bir kira parası olan aidatlar da henüz yok. Kimsenin görmediği zamanlarda apartmanın silindiğini kaldırılan paspaslardan anladığın bir sistem var.
Atina uzun zamandır büyük bir dönüşüm içinde. Oldukça eski bir şehir olduğu için gayrimenkul yatırımları önemli bir kapı. Daireler algımıza ve büyüklüklerimize göre küçük. Zaten her şey daha minimal, daha gösterişsiz, daha sade. Mesela çoğunluğun arabası var ama şekil için değil ulaşım için kullanılıyor. Yollar ve ara sokaklar oldukça dar olduğu için daha küçük, basit, ihtiyaca uygun modeller tercih edilmiş. Dairelerin satışlarında otoparklar ve depolar çoğunlukla ayrı satıldığı için, büyük pazarlık malzemesi.
İş hayatının işleyişine lokal tarafta önemli bir yorum yapabilecek bilgiye henüz sahip değilim çünkü halen ağırlıklı uluslararası kontaklarımla çalışıyorum ama anladım ki “tanıdıkla iş yapma” kültürü suyun bu tarafında da önemli bir güven göstergesi. Biriyle çalışmak için, bir hizmet almak için, bir destek istemek için önemli bir gösterge. Geç akşam mesaileri yok. Aile hep öncelikli, sosyal bağlar oldukça güçlü. Anlara, dostlarla dolu sofralara, dansa, müziğe, denize odaklılar. Ön planda önce yaşamak var. Hemen hemen her konuda bizden çok daha yavaşlar, esnek değiller, kendilerini öldürmek veya bir işi bitirmek için özel bir çaba sarf etmiyorlar. Pratik zekâlarını çalıştırmaları gereken gündemlere maruz kalmadıkları için, her şey ‘olur’, ‘olmaz’ veya ‘çok zor’larla sınırlanıyor.
‘Misafirperverlik’ her şeyin temeli. Bugün bizim özellikle büyükşehirlerde neredeyse tamamen unuttuğumuz yakınlıkları, sanki geçmişe gitmiş gibi yaşamak hem çok keyifli hem de çok üzücü. Anlasa da anlamasa da sana yardımcı olmaya çalışan insanlar doluyor etrafına bir ihtiyacın olunca. Mutlaka arada kazık atmaya çalışanlar da oluyor, şimdiye kadar denk geldiklerim daha çok göçmenler.
Nüfus yaşlı ve yalnız. Sokaklarda, marketlerde, arabalarda çok ama çok yaşlı insanlar var. Banka kuyruklarında da. Yardım istemiyorlar ama siz ‘yaşlıya uygun bir nezaket’ gösterdiğiniz zaman, kalpten minnettar olduklarını ıslanan göz bebeklerinden görüyorsunuz.
Balkon var hayatımızda. Büyük büyük, hortumla yıkanması gereken. Bizi eve yerleştiren çocuğa, ‘nalburdan kestirip getirmek gerek’ dediğimde yüzündeki mavi ekrana rağmen, bildikleri, sevdikleri, kullandıkları, yaygın bir kültür.
“Ege’ye yerleşmek istiyorum” dediğim zamanlarda aklıma hiç gelmemişken, hatta ziyaret ettiğim zamanlarda pek de beğenmemişken, yeni ‘en mutlu yerim’ olabileceği kanaatim sarsılmadı Atina’yla ilgili. Babamdan aldığımı düşündüğüm öngörüme göre de, 7 sene sonra bir başka Atina’dan bahsediyor olmamız çok olası. Ülkemizi halen bir arada tutan bir çok değere Avrupa’nın medeni bir takım kuralları da eklendiğinde -yaşıyorsun- fazlasını beklemene gerek kalmıyor.
Sık sık arkadaş sohbetlerinde de söylediğim gibi, bu proseslerde ilk 6 ay çok zordur, ilk 1 sene zor, ancak 2. senenin sonunda ‘devam mı tamam mı’ diye yatırabilirsin masaya, ondan öncesi iyisiyle kötüsüyle yanılsamadır, şahitliğim bu yönde. Andaki gönlüm devamdan yana olsa da, tecrübelerimize göre şekilleneceğimiz bir başlangıçtayız.
Peki hiç kırılmıyor muyum?
Belki de tanıdığım herkesten daha fazla kırılıyorum. Ve daha sık. Sadece öğretilerim her şart ve koşul altında ‘dik durmak’la yontulduğu için, duruyor ve yutkunuyorum. Tam ve bütün olarak kalabilmek için çok caba sarf ediyorum.
Tabii ki yeni bir evde ilk gece tam huzur içinde yatmadım. Alışık olmadığım için, bilmediğim için, en çok da kendimden başka sorumluluklarım olduğu için. Çekiniyorum, tabii ki çekiniyorum. Konfor alanımın en yüksek olduğu yıllarda, suyu nereden alacağımızı araştırmak en heyecanlı konu değil, ama başka bir amaca hizmet eden bir yenilik.
Çocuklara gelmeden dedim ki, ‘eğer kurutma makinesinin borusunu çamaşır makinesi ile aynı gidere bağlatmayı becerebilirsek önemli bir eşiği geçmiş oluruz’, henüz geçemedik, ama inancımız var. Kulak çubuğunu bile ‘ertesi gün teslimat’ ile Amazon’dan alabilirken, marketten alışveriş yapmayı, kollarımız kopana kadar taşımayı eğlenceli hale getirmek değil miydi amaç?
Bir kaç gün önce buradaki en önemli üniversitelerden birine dil öğrenmek için başvuru yaptım, süreç beni aniden 27 sene önceye götürdü. Diploma bulmam gerekiyordu öncelikle (hani öyle LinkedIN’lere filan yazdığını kabul etmiyorlar), ‘referans mektubu’ almam, ‘yeteri kadar’ İngilizce bildiğimi kanıtlamam lazım geldi. Yani kendimi yeniden tanımam ve tanıtmam gerekti. Tam bu noktalar, bu süreçlere nasıl baktığınızla ilgili, heyecanlandın mı, bayıldın mı? İkisinin arasındaki fark taşıyacağın duyguyu tarifliyor çünkü.
Çocuklarımın (şükür) kuvvetli özelliklerinden biri ‘adaptasyon’. Öyle doğmadılar ama öyle yetiştirildiler, biraz da hikayeleri şekillendirdi. Bu önemli bir konu. Sadece kendinizi değil varsa eşinizi, partnerinizi, çocuğunuzu tanımanız önemli. Biz zaten küçük bir aileyiz. Şimdi babaları, anneanneleri, teyzeleri, kuzenleri ve arkadaşları yanlarında değil. Bu yadsınmaz, inkar edilemez bir eksik, hepimiz için, ancak dolu taraftan bakmayı becerdiğiniz ve becerttiğinizde, yerine konulmaz bir deneyim.
Peki bu bulaşık makinesi fotoğrafı neden burada?
Çünkü bu benim 49+ senelik yaşamımda gördüğüm en küçük bulaşık makinesi. Yaşayarak görüyor ve öğreniyorum ki, günde bazen 2 sefer çalıştırmak zorunda olsak da, her şey yıkanıyor. Hepimiz konfor alanlarımızdan çıkmaya çok zorlanıyoruz, dolayısı ile bu makinayi ilk defa yerleştirirken bunu yüksek sesle bir kez daha söylemek istedim:
O yola çıkın. Yapmak ve yaşamak istedikleriniz, deneyimlemek istedikleriniz için gözünüzü karartın. Bunların içinde her zaman mutluluk yok. Büyük hayal kırıklıkları, üzüntüler, ağır yalnızlıklar, hatta pişmanlıklar da olabilir sonuçlar içinde.
Yine de evlerinizden, korunaklı alanlarınızdan, sevmediğiniz işlerinizden ayrılın, bırakamadıklarınızı bırakın, yüklerinizden arının, yeniden başlayın. Yorgun, bıkkın, ‘boşvermişlik’ hislerini üzerinizden atın. Vazgeçin. “Simdi zamanı mı” veya “geç kaldık mı” demeyin. ‘O his’ o kalbe zaten bir kez girdi mi, iter sizi, yeter ki siz kapılarınızı açın.
Ertelemeyin.
Bana sorunuz olursa, yerim yurdum -şimdilik- belli.
Ağustos’ta görüşmek üzere.
Değişen iklimlerden dolayı eskisi gibi kar göremiyor olsak da, Şubat’ın bu günleri yeniden çocukluğumu hatırlattı. “Son Dakika” yapılan tatil haberleri ile başlayan sevinç, yanaklarımız yanana, dudaklarımız kuruyana kadar karın üzerinde oynamalarımız, akşam içilen sıcak çikolatalar, yorganların üzerine usulen örtülen battaniyeler, ödevlerin ve sınavların ertelenmesinin sevinci, ailenin tüm fertlerinin neredeyse aynı anda -mesai saatleri dahil- bir arada evde olması, yeniden çocukluğumuza götürdü hepimizi.
Karı severim, denizi sevdiğim gibi, sürekli yanında, yakınında olayım ama içinde olmayayım tarzı bir sevgi. Hep yağsın, seyredeyim. Sevmediğim ise, büyükşehirler özelindeki “kar pandemisi”. Kar yağdığı zaman dünyanın durması, herkesin eve hapsolması, marketlerin boşalması, mobilitenin yok olması. Dünyanın bir sürü yerinde insanlar 6 ay karın altında yaşamlarını kaliteli bir şekilde devam ettirebilirken, bizim ülkede, genelde ikinci gün açılabilen, “ana arter” haricindeki her yerin tamamen kapalı olmasını hiçbir zaman anlamadım, anlamayacağım, ama bu gerçeği de değiştirebilecek bir sistemin olduğuna inanmıyorum.
İstanbul’a kar yağarsa, pandemisi ile gelir.
İyi seyirler.
aŞk bir mevsim olsaydı sizce hangisi olurdu?
bence sonbahar…
yağmurlara, yıldırımlara direnmiş, ayazlara karşı dikliğini kaybetmemiş, en canlı renklere, mis kokulu çiçeklere düşmeden devam etmiş, kavurucu sıcaklıklarda erimemiş, en ‘kendine özel’ mevsim değil mi sonbahar?
her duygudan, her havadan ‘bir-az’ taşıyabildiği için mi bu kadar özel geliyor bana?
yoksa bir sonbahar sabahı doğduğum için kayırıyor muyum, emin değilim…
emin olduğum, biz ruhu genç ve umut dolular için, hep var aŞk ❤️
O bizi bulmasa da bizim onu bulma niyetimizden hiç sapmadığımız,
O her yapmadığını yaptıran duygunun pesinden koşmaya devam edeceğimiz,
O bulduğumuzda çocuklarımızdan çocuk olacağımız,
O kendimizi koruyamadan aniden çözüldüğümüz, darmadağın olacağımız,
O susmalar içinde yüreğimizden bangır bangır bağırdığımız,
O ‘her şeyi’ bildiğimiz yaşlarda içimizin yeniden karışmasını durduramadığımız,
hissin her daim takipçisiyiz…
her şey aŞk değil mi zaten?
ey savaş meydanlardaki her kavgayı kazanmış o donamlı savaşçılar,
aŞk karşısında kendiniz çıplak, savunmasız, korkak, zayıf hissediyorsanız,
bilin ki, yalnız değilsiniz..
sesi hiç çıkmayanlar, duranlar, kaçanlar, gidenler, kalanlar, derdi olanlar,
hepsi biz’iz…
hiçbir şeyin tesadüf olmadığı bu çok uzun ve çok kısa perdede,
merkezde, dengede, denginde olmak için çok caba sarf ettiğimiz sahnelerde,
modası gelmiş geçmiş tüm eski kalıplar içinde,
her adımda şifalanma niyetiyle,
aŞk’ta ol, aŞk’ta kal…
geçmişine, gölgelerine, iç seslerine, izlerine, zihnine, alan korumana rağmen,
aŞk’ta ol, aŞk’ta kal ❤️
daha iyi versiyonlarımızla devam edebilmek için,
daha geç kalmamak için,
her şeyi kalpten sevebilmek için,
bize sen lazımsın ❤️
hiç yaralı şifacınız oldu mu? benim oldu
korkularından merhem yapabilen bir güçle tanıştınız mi? ben tanıştım
kafası çok ve farklı çalıştığı için kalabalıkta hep yalnız birini bildiniz mi? ben bildim
dünyaya uyumlanmak için uyumlandırmaya niyet etmiş birinin yanında yürüdünüz mü? ben yürüdüm
sadece sevdiklerinin dertlerini dert eden bir ruha şahitlik ettiniz mi? ben ettim
hani sadece karnının içindeki ses ile bağdaşabildiğiniz, konuşmadan da anlaşabildiğiniz, hayatla birlikte dalga geçip trajedilere gülebileceğiniz bir insan oldu mu hayatınızda? benim var
sertliğinin ve netliğinin altındaki yumuşak karnı sadece çok yakına koyduklarının görebildiği birine sırtınızı dayadınız mi? ben dayadım
farklı frekansların sebepsiz ortak platformda buluşmasına şahit oldunuz mu? ben oldum
uzaktan bile olsa, kalbinin ısındığına sonsuz koruma, kollama yapan birisinin kanatları altında hiç durdunuz mu? ben durdum
ve işte tam da bu nedenlerle, yeniden başlayabiliyorum
bir kez daha aynı hızla düşmeme izin verilmemesinin lüksünü taşıyorum
ruhumun ve kalbimin şifalanarak yeniden aydınlanmasına kucak açıyorum
yeniden seviyorum
üzerimdeki kayaları uçurumlardan aşağı itiyorum
en iyi versiyonuma gelebilmek için hazırlanıyorum
çok şükür, bin şükür
şifa ol, şifa olsun, şifa olalım ❤️
BRC’48, İstanbul, 16.12.2023
‘yedisi’ oldu bile… bir yeni doğanın büyümesi, bir de gidenin sürati yaşanmadan hakikaten de anlaşılmıyor… dua esnasında ‘rıhtımda kalanlar’ dedi hoca, takıldım bu cümleye, gerçekten de 67 gün rıhtımda bekledik, rasyonelliğe rağmen bir mucize olur belki diye, şimdi de ‘kaldık’, olduğu gibi, olması gerektiği gibi…
– içimiz kıyamet, dışımız sebat…
BRC’46
İstanbul, 05 Haziran 2022