coronavirus (koronavirüs)… tüm dünyaya eş zamanlı olarak ‘insan’ın aslında ne kadar küçük, önemsiz ve etkisiz olduğunu hatırlatan, dünyayı değiştirmek için Neptün’e gitmeye gerek olmadığını vurgulayan, ‘sadece kendimize özel alanlar’ yaratarak hayat kalitemize devam edemeyeceğimizi çok hızlı öğreten, birbirimizi koruyup kollama bilincine sahip olmazsak, kaybetmeyi hemencik öğreten, kendi küçük, öğretisi çok büyük bir zamanın temsilcisi…
bugün (Allaha çok şükür) kızlarımla birlikte evdeki ‘karantina’mızın 33. günü… bunun ne kadar devam edeceğini bilmesem de, bundan sonra, her çığır açan dönem gibi, bundan sonra bir sürü şeyin de aynı devam etmeyeceğini görmek için alim olmaya gerek yok…
iletişim şekillerimiz, iş yapışlarımız, ticaretimiz, sosyalleşmemiz, doğa ile ilişkimiz, özgürlüğün bu bambaşka boyutu ile tanışmamız, düşüncelerimiz, her konuda atacağımız yeni adımlarımız, umuyorum ki bir daha aynı ‘tüketim’ batağına saplanmadan gerçekten değişir, çünkü biliyorum ki bu sınavı hakkı ile geçemezsek, bir sonraki testte hepimiz aynı anda tükeneceğiz…
‘sosyal medya’ ve ‘ekran zamanları’… şu an aklımıza gelen her şeyin ‘online’ olmasının yarattığı his keyif mi eziyet mi? ‘insan’ın aslında o kadar da anti sosyal olmadığını, vurgulandığı kadar ‘bağımlı’ olmadığını anlaması için ‘24 saat online’ a mı maruz kalması gerekiyordu?
toplantılar ekrandan, ‘uzaktan eğitim’ ekrandan, yoga ve meditasyon ekrandan, aile ve arkadaş sohbetleri ekrandan, filmler, diziler eskisi gibi ekrandan, başka ülkelerdeki müze gezileri ekrandan, konserler ekrandan, hatta sevişmeler bile ekrandan… ama çocuklar parklara, anneler toprak kokusuna, babalar deniz tuzuna, anneanneler torunlarını kucaklamaya, dedeler kuma ayak basmaya, sevgililer birbirine, herkes doğaya hasret…
yine de akıllanmıyoruz, halen ‘toplu tüketim’ pesinde koşmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz, DUR-amıyoruz, iç sesimizi dinlemek için düşünmüyoruz, #evdekal desek de, ‘ev’de’ olamıyoruz…
çocukların yapabileceği onlarca aktivite linki, videosu, paylaşımı geliyor her türlü kanaldan; bakıyor, inceliyor; karar veremediğimiz için yine bildiğimiz çizgi filmi seyrettiriyoruz; filmleri ücretsiz seyredebileceğimiz siteler geliyor, heyecanlansak da seçemediğimiz için herhangi birini seyredemeden kapatıyoruz; 3D gezebileceğimiz müzeleri ‘gezme’ fikri bile cazip gelmiyor; günlük mesajlarımız ‘günaydın’ veya ‘nasılsın’la başlamıyor, illa bir ‘bilgi’ veya bir yönlendirme içeren mesajlardan kurtulamıyoruz – öğrenmiyoruz…
çocuklarınız varsa izleyin, bu belirsizlik sürecini en doğal ve en iyi onlar yönetiyorlar… aynı oyuncaklarla oynamaktan veya onlarla farklı şeyler yapmaktan, evdeki kitapları değiştirerek veya farklı hikayeler yaratıp seslendirerek okumaktan sıkılmıyorlar; ‘ne zaman bitecek’ endişesi taşımıyorlar; arada bir parka ve okula ne zaman gideceklerini sorsalar da, anneleri-babaları ile aynı çatı altında olmaktan mutlular; 1 gecede öğretilerimize intikal eden ‘uzaktan egitim’e en hızlı onlar adapte olsalar da, her zamankinden daha az ekran karşısındalar; ‘belki yazın okul olacak’ dediğiniz zaman, ‘e yaz tatili yok mu şimdi’ diye söylenmiyorlar; anı yaşamak, anı deneyimlemek, anda kalmak bu değil de başka ne, biri bana anlatabilir mi?
bu süreci herkes gibi sorgulasam da ‘hayatımın bundan sonraki aşaması’ için radikal kararlar alma peşinde değilim… dileğim ve isteğim, çocuklarımla ve sevdiklerimle yaşamı daha derin deneyimlemek, fırsat yaratarak seyahat edebilmeye devam etmek, daha çok hissederek ve daha az planla yaşamak, isteklerimi ertelememek, dünyayı kendi penceremden gözlemlemeye devam ederek daha çok yazmak…
çocukların okula aynı anda hiç gitmediği, üretimlerin durduğu, işyerlerinin birçoğunun kapalı olduğu, tüm eğlence ve sosyal hayata ‘ara’ verildiği bir dönem bir daha yaşanır mı veya biz denk gelir miyiz bilemem; bildiğim düzenlerin değiştirilmesinin korkutucu olmadığı; ‘adaptasyon’un hepimizin içselleştirmesi gereken yeni bir beceri olduğu; esas korkulması gerekenin eski tüketim hızı içinde devam etmek olduğu – çünkü o zaman yol kapalı…
hayatı basitleştirerek yaşamak da bir başka beceri olarak girecek hayatlarımıza çünkü önümüze 30 çeşit reçel çıktığı zaman 1 tanesini almadan çıkıyoruz marketten; ama bir çilek reçeline karşı bir bal kaldığında en azından biri bizimle eve geliyor; geri kalan teferruat hepimizi çok yoruyor ve bu yorgunluğun ne demek olduğunu ancak şimdi anlıyoruz…
bakımı seven bir Terazi olarak, saçımı düzenli kestirmeden, 10 günde bir manikür/pedikür yaptırmadan, spor salona gitmek için aşırı efor harcamadan, çocuklarımı her haftasonu ‘aman bir şey kaçırmasınlar’ diye bir yerlere sürüklemeden, ‘aman o oyunu da kaçırmayayım’ diye bilet pesinde koşmadan, ‘bu ara tatilde de şuraya gitmeli’ demeden de yapabiliyor olmanın farklı bir haz olduğunu, kendine yetmenin daha güçlü hissettirdiğini siz de düşünüyor musunuz?
süreci ve süresi farklı olsa da, özet “denge”de…
kadın-erkek ilişkilerimizde, iş arkadaşlıklarımızda, ana-babalarımızla, çocuklarımızla, dostlarımızla dengede olmak ve dengede kalmak, attığımız her adımın, yaptığımız her seçimin, içinde olan her taraf için saygı çerçevesinde ‘dengeli’ olması aynı zamanda dünyanın da dengesi…
düşünme yani sen de bu kadar; hisset ve daha çok sarıl, halen vakit verilmişken…