Home Sick”. Sözlük anlamıyla insanın evini özlemesi, memleket hasreti çekmesi. İstatistiklere göre, ilk 6 ay içinde, bildiğinden, yerelinden, ‘ev’inden uzaklaşan her insanın, hissetmesi doğal olan ‘aidiyet’ duygusu.

Henüz filizlenmedi. Yaşımla, tercihlerimle, kabullerimle ilgili olabilir, veya hissizliklerimle, emin değilim, ama mantığımla duygularım arasında kalmadığım bir dönemde olduğum için, mevcut durum iyiyse, hayatın dünyanın her yerinde benzer rutinlerde devam etmesi bilinciyle belki de, henüz burnumda tütmedi. Annem, kardeşim, yeğenlerim, çok yakın arkadaşlarım zaten ziyarete geldiler, hikâyelerimize yeni sayfalar ekledik, ortamımızı beğendiler, onaylanma mühim ya bizim kültürde, içimiz, gönlümüz rahat, ‘aferin’ denmesinin hazzıyla, seçimlerimize sarıldık.

Dönemimde, dostluklar, komşuluklar, iş arkadaşları, rakipler, mahallenin insanları, çok gerçekti. İyisiyle, kötüsüyle, eksiğiyle, fazlasıyla, ayarsızlığıyla hep doğruyu söylerdi. Kızdığın, kırıldığın çok zaman olurdu ama yine onlar orada olurdu. Özlediğim tek şey, gerçek dostlarım. Diğer ‘tanıdıklar’ı tarihin sayfalarının üzerinde bir isim olarak bırakalı çok zaman oldu zaten. Nasipse, kısa bir süreliğine olsa da, bu ay kavuşacağız canlarla.

Daha iyi anlıyorum küçük zamanlara sıkıştırılan programları, arka arkası kesilmeyen doktor randevularını, yanında geri getireceklerinin sen gitmeden varsın organizasyonunu. Koşarak geçecek her şey, belli şimdiden, ama olsun, hepimiz mutluyuz. Sonunda hepimiz eve döneriz.

Atina’yı seviyorum. Hatta uzun zamandır ‘neden seviyorum’ diye de düşünüyorum. İstanbul’un üzerine başka aşk olmaz derler ya, aşklar da yeniden var olabiliyor. Binalar düşük katlı olduğu için her daim gökyüzü ile temastasın. Havanın yağmurlu veya gri olduğu sayılı günler haricinde, iletişimin hep yukarısıyla, direkt olarak. D vitaminine de konumlandıklarından, için hep bahar, hep ferah. Boğulmuyorsun, basmıyor.

Yine de, özellikle de bir Yunan, ‘neredensin’e cevabı ‘İstanbul’ olarak alıyorsa, duruyor, tartıyor, (belki de küfretmemek için) nefes alıyor, ‘yani İstanbul’dan Atina’ya mı taşındın?’ diye bir kez daha soruyor, teyit ediyor, akılsızlığımızın seviyesini test etmek için muhtemelen çünkü onlar için İstanbul algımızın üzerinde bir özlem, bilinçlerimizin ötesinde bir arzu, bir yürek sızısı. O yüzden hep bir neden sorguluyor, ‘aşık mı oldun’, ‘işin yüzünden mi’, ‘turizmde misin’, alt başlığı mutlaka öğrenmeye çalışıyor, ‘yok kardeş, canımıza tak etti, bir de komşuyu deneyelim’ demiyoruz, diyemiyoruz, kestirip atıyoruz.

Deprem’i çok soran oldu. Valla var. Sallanıyoruz. İzmirlilerin herkesten daha alışık olduğunu söylerler depreme, bilmiyorum, ama buradakiler alışık. 5.2’de uykumuzdan uyanıp bizden başka kim panik atak geçiriyor diye balkondan komşu kontrolü yaptık, oturdukları sandalyeden kalkıp kanal değiştirmediler. Duruyorlar. Alışkınlar. Binalar sadece alçak değil çoğunlukla yatay. Korkmuyorlar. E biraz biz gibi, ‘Allah’a emanet’ kısmı da var. Kendi ülke nüfusu kadar insan kaybetmedikleri için, travmatik değiller.

Elektrik kesiliyor. Uzun uzun hem de. Jeneratörün icat edildiği bilgisi henüz mevcut değil. Yağmur yağarken asla kullanılmaması gereken bir keşif asansör. Sokakta yapılan bir tadilat sonunda, tahrip edilen yerlerin tamirinin ne zaman biteceği belirsiz. Yine de kimse şikâyet etmiyor. CIMER gibi bir altyapıya geçtiklerini görebilmemiz için, önce normal altyapının tamamlanması gerekiyor. Göremeyeceklerimizden.

Terziye gittim bir kez daha, küçücük iki tane dikim işi var, aynı gün lazım, rica ediyorum, ‘tamam otur bekle yapalım’ diyor, sohbet ederken iş bitiyor, borcum ne diyorum, ‘bizden olsun bu sefer’ diyor; artık terzim de sabitlendi 🙂

Bir Sinan, bir Sait, bir Alev, bir Gamze olmasa da, kendime bu ay bir de kuaför edindim, saçlarımın diplerini boyattım. Yarı Yunanca yarı İngilizce anlaşıyoruz, oluyor. Kaprislerimi, sabah 8’de dükkân açtırmalarımı, mesai sonrası makyajı talep edemesem de, tırnaklarımda kırmızı ojelerim mevcut.

Yunanca öğrenme nasıl gidiyor? Tabii ki sınıfta, ‘inek’ kontenjanından, iyi öğrencilerden biriyim, hatta o kadar ki, küçük bir burs bile vermişler notlarım çok yüksek diye. Gel gör ki, ağırlıklı olarak ‘teknik’ öğrettikleri için, bildiğim 3 cümle ile kurulan diyaloglar dışına taşan ilk 4 saniye sonrasında, ‘Ali Topu Tut’a derhal geri dönüyorum, konuşmak kolay değil. Yani alfabeyi sökmek veya okuyor olmak, yazanın sana bir şey ifade ettiği anlamını taşımıyor. Değişik bir deneyim. Ve tabi bir de, kısa zamanlı hafızam nedeniyle, sınavdan bir gün önce ve sınav sabahı çalışıyorum ki, hatırlayabileyim. Sonraki 3. günde zaten yeniden temel bilmeyişe dönüyorum. Yine de yılmadım. Devam edeceğim.

İstanbul metrosunu kullananlar için, mesainin en yüksek olduğu saatler haricinde, Atina metrosu bizimki ile karşılaştırılamaz. Evet bir sürü yere gidiyor, ama gitmediği yer de çok, inşaatı devam eden durak da ve tabii ki, o da zaman tünelinden nasibini alanlardan 🙂

Bizim ülkede bir yer ‘gelişiyor’ diye duyum aldığımızda, bölgenin kendini yenilemesi 2-3 sene, kapladığı alan çok büyükse 4, hadi güzel hatırınız için 5; ancak burada biz zaten görmeyiz, çocuklar bile göremez, ortalama ‘gelişme’, yani ‘değişim-dönüşüm’ konusu 25-30 sene. Acelesi yok 🙂

Uluslararası arenada gayrimenkul yatırımına bağlı oturum ve vatandaşlık programları işim olduğum için, ‘Golden Visa’ gibi teşvik programlarının bu ülkeye çok faydası olduğu kanaatini taşıyorum. Yatırımcının parası ve müteahhittin çabası ile bütün ülke baştan aşağı yenileniyor. 7 sene sonra başka bir Atina’dan bahsedecek olmamızın en büyük göstergesi, 2 milyon m2’lik eski havalimanı inşaatı.

Bugün okullar tatil. Hava 14 derece. Ciddi bir yağış bekliyorlar. Ülke üst seviye alarmda, telefonlara yine bangır bangır alarmlar geldi. Okul whatsapp grubundaki (çok bilen) annelere sordum, ‘hava durumunda ne sorun var yağmurdan başka?” diye, artık muhtemelen anne arkadaşım yok ve bir kez daha kınandım 🙂 Çinli bir babayla dedikodu yaptık, çünkü biz de (onlarda da) ortalığın bu kadar yardırılmasını gerektiren bir şey olmuyor. Ya da biz her gün o kadar çok yoruluyoruz ki ülkenin dertlerinden, biraz fazla yağmurun haber değeri olmuyor, o da olabilir.

Ve bir de, arabamı artık sadece otoparklara park ediyorum 🙂

2026’da görüşmek üzere.